SEFA TAŞKIN
Ocak 2011
Akdeniz, Ege kıyılarında akşamüstüleri güneşe doğru baktığınızda zeytin ağaçları gelin gibidir!
Yaşlısı, olgunu, genci sanki, gelin duvaklarını bezeyen gümüş tellerle süslüdür! Zeytin ağaçlarının koyu yeşil yaprakları akşam güneşinin yorgun ışıklarıyla birlikte göz alıcı gümüş rengine dönüşür!..
Belki de bu nedenle kadim zamanlarda Kuzey Ege’nin zeytin ağaçlarıyla kaplı Midilli Ada’sına Gümüş Ada, çevresi bir zeytin yurdu olan Edremit Körfezi’ne Gümüş Körfez denirdi!
Yaprağı gün devrilirken gümüş rengidir ama zeytin ağacının “meyvesinin suyu” doğanın beslenmek için insana verdiği en seçkin nimetlerden biridir. Efsanevi Troya savaşlarının ölümsüz anlatıcısı İzmirli kör ozan Homeros 3.000 yıl önce ona, zeytin yağı’na sıvı altın diyordu!
Zeytin ağacı Akdeniz kıyılarının ecesidir. Lacivert Ege sularının binlerce yıllık arkadaşıdır.
Zeytin tanesinin çekirdeği deniz kıyılarına eğimle inen taşlık yamaçlara düşmeye görsün! Bir fiske toprak bulsa bile hemen ona sarılır, köklenir. İnce filizlerini salar yüce göğe doğru!
Zeytin ağacı gizemli bir ağaçtır! Toprağa düşen tohumdan üreyen fidan, bildiğimiz zeytin ağacı değildir. Egeliler doğada kendiliğinden büyüyen yaban zeytin fidanlarına delice derler. Çalıya benzer bu bitki hem yaşamak için kayalık toprağa deli gibi saldırır, hem de küçücük meyvelerinin yağı yok denecek kadar azdır. Yani bu bodur ağaç bol yağ üretecek kadar akıllı değildir!
Deliceler, Ege’nin bu delişmen makileri bilgili çiftçiler tarafından aşılanır, akıllı hale dönüştürülür. Bugün bizim zeytin ağacı olarak bildiğimiz ağaçlar bu akıllı ağaçlardır!
Kendi tohumundan üremediği, ancak çelikle, aşıyla çoğaldığı için zeytin ağacına kimileri kısır ağaç der, kimileri de akıllı zeytin’in var oluşunu ilahi güçlere bağlar!
Ege Denizi’nin ortasındaki Kiklad adalarından biri olan, 3.600 yıl önceki patlamasıyla Girit adasındaki yüksek Minos uygarlığını yok eden Thira yanardağıyla ünlü Santorini, Kutsal Barış adasında bulunan fosilleşmiş yabani, delice zeytin çekirdekleri ve yaprakları 39.000 yıl önce de bu topraklarda, yaban da olsa zeytin ağaçlarının yetiştiğini gösterir.
Günümüz zeytincilik bilgisinin en önemli isimlerinden Jose M. Blazquez, zeytin yetiştiriciliğinin yaklaşık 6.000 yıl önce Anadolu’da başladığını söylüyor.
İlk akıllı zeytin ağaçlarının; insanlık tarihinde ilk çiftçi topluluklarının görüldüğü: Mezapotamya’dan kuzeye, Güney Anadolu dağlarına uzanan, oradan Filistin’e inen Bereketli Hilal denen; ekin’in ilk ekilip, buğdayın biriktirildiği, bir çok meyve ağacının ilk kez yetiştirildiği bölgede ortaya çıktığı düşünülüyor.
O yıldır, bu yıldır zeytin ağacı Akdeniz, Ege insanının günlük yaşamının bir parçasıdır. Yeşil, alaca, siyah tanesi ekmeğine katıktır! Suyu, yani yağı yeryüzünün en sağlıklı, doyurucu besinlerinden biridir! Odunu kışın ocaklarda insanı üşütmez! İstenirse yağı kandilde çevreyi aydınlatır! Dalları, yaprakları kızgın yaz güneşine gölgedir!
Bu kadim ağaç giderek Akdeniz-Ege kültürünü belirleyen temel öğelerden bir haline gelir. Sevinçte, acıda, türküde, şiirde “o” vardır! Zeytin ağacı ve çevresi insanı insan yapan “sevgi”nin mekanı, birbirine kavuşamayan sevenlerin çektikleri acının tanığıdır!
Anadolu insanının motiflerini tuvaline, halkın deyişlerini şiirlerine yansıtan, “Karadut’um, çatal karam’ın” şairi Bedri Rahmi Eyüpoğlu yüreğindeki sevda yangınını “Sitem” adlı şiirinde zeytin ağaçlarıyla paylaşır:
“Önde zeytin ağaçları arkasında yar
Sene 1946
Mevsim sonbahar
Önde zeytin ağaçları neyleyim neyleyim
Yar yar..
Seni kara saplı bir bıçak gibi sineme sapladılar….”
Sonra gür soluklu Ruhi Su alır sazı eline! Dünya görüşü nedeniyle yıllarca hapis yatan, Türk halk müziğini sazıyla evrensel boyutlarda yorumlayan 1940’ların Opera sanatçısı, basbariton Ruhi Su, o görkemli sesiyle Anadolu insanına olan sevdasını bir Ege türküsünde bir garip zeytin ağacına anlatır:
“Evlerinin önü zeytin ağacı
Dökülmüş yaprağı kalmış siyeci
Eğer gönlün bende yok ise
Sen bana kardaş de canım ben sana bacı”.
Yoksa zeytin ağacı, parlak yapraklarıyla Anadolu’nun aynası mıdır?
****
İnsanlık yazmaya başlamakla kendi kültürünü kalıcı hale getirmeye, edindiği yaşam deneyimini gelecek kuşaklara daha kolay aktarmaya başladı. Belki de bu nedenle “Tarih yazıyla başlar!” deniyor.
Bugün yazmak için kullandığımız harflerin en temel olanları, göçebeliği bırakıp yerleşik tarım toplumuna geçen ilk insanların buluşudur. Onların yaşam biçimini, kültürünü yansıtır.
Kadim Mezopotamya dillerinde A, “alfa, elif”;” öküz”dür. B, “beta, beth, beyt”; “ev”: G, “gama, gamal”; “deve”dir. Z, “zet, zai, zertum” ise “zeytin”.
İlk yerleşik toplulukların en çok gereksinim duyduğu nesnelerdir bunlar. Öylesine önemlidirler ki, insanlar sözlerini yazıya dökerken kullandıkları harfleri bu nesnelere benzetirler. Belki de Nil’in Mısırlıları, yazılarına nu nedenle hieroglif, kutsal yazı diyordu.
Koyu yeşil yapraklı kutsal zeytin ağacı Akdeniz-Ege insanlarını derinliğine etkilemiş, inanç sayfalarında da baş köşeye oturmuştur!.
Yaban doğada “hüda nabit”, kendiliğinden, delice yetişmesi; bu çalıya benzer bitkinin hünerle aşılanıp, akıllandırılıp verimli hale, zeytin ağacı’na dönüştürülmesi; tanelerin içindeki altın rengindeki suyunun, yani yağının; sıvı altın’ın türlü yöntemlerle sızdırılıp alınması; bu olağanüstü sıvının neredeyse her derde deva olduğunun sanılması: sağaltması, güzelleştirmesi, aydınlatması; ağacın her bir parçasının insanın bir başka işine yaraması; insanın zeytin ağacına hayranlıkla ve saygıyla bakmasına yol açmıştır.
Bir de zamanla anlaşılmıştır ki bu ağaç kolay kolay ölmez. Dallarını kesmiş olsanız bile kökünden ya da kesildiği yerden yeniden fışkırır. Kolları budandıkça daha da gürleşir. Kökü sağlamdır. Toprağa bir tutundu mu, bırakmaz! Saç gibi yayılan kılcal kökleriyle toprağa sıkı sıkıya bağlanır! Kökün bir yanı kopsa, ölse bile, diğer yanı ağacın varlığını sürdürmesine, gelişmesine yeter.
Akdeniz-Ege insanı zeytin ağacının “ölümsüz” olduğunu kabul eder. Türk dilinin ölümsüz ustası Nazım Hikmet, “insanlık durumu, ölüm ve yaşam” arasındaki bağı sorgularken, boşuna zeytin ağacına baş vurmaz:
“Yaşamayı ciddiye alacaksın
Öylesine ciddiye alacaksın ki
Mesela yetmişinde bile zeytin ağacı dikeceksin
Öyle çocuklara falan kalır diye değil
Ölümden korktuğun halde
Ölüme inanmadığın için…” , der!
Ölümsüzlük kutsal metinlerin de konusudur!
Adem ve Havva’nın Aden’deki cennetten kovulmasına neden olan, meyvelerini yedikleri, onlara cinselliklerini tanıtan bilgi ağacı, incir ağacı ise, onun hemen yanındaki ölümsüzlük ağacı’da zeytin ağacı’dır!
İnsanlık kendi varoluş serüvenini yaşarken bilgi’yi ve ölümsüzlüğü hala arayıp durmuyor mu?
Zeytin ağacının yaşamındaki her bir evre ayrı bir öyküdür! Ege kıyılarında Mayıs ayında süslendiği beyaz çiçekleriyle doğuma hazırlanan zeytin ağaçları sanki doğanın mucizesidir! Ne garip çelişkidir bu! Ehil fakat kısır olan zeytin ağaçları ürün vermeye gebedirler ama, doğumun sonucunda verdikleri meyvenin tohumu ve çekirdeği kendi soylarının değil yalnızca yaban atalarının soylarını sürdürmeye yarar.
Zeytin fidanı öyle kolay büyümez! Dibi sulak olsun istemez; kurur! Çok soğuk havalarda üşür, donar, yapraklarını büzer! Aşırı susuzluğa da dayanamaz, küser! Çocuk gibidir “o”!
Fidanlara bakan kadınlar öper, okşar, tatlı tatlı söyleşir onlarla! O fidanlar, sanki onların çocuklarıdır! Hele yetişkin yaprakla dal arasındaki koltukaltından taze bir yaprak çıktığında sevinçten çığlıklar atılır. “Şah” denen ana tepe daldan göğe doğru yükselen yeni filizler fidanın sağlıkla büyüdüğünü, çevre koşullarından hoşnut olduğunu gösterir. Küçük boylarıyla sonsuz gökyüzüne meydan okurlar sanki!
Ergin zeytin ağacının yapraklı dalı nasıl barışın, zaferin simgesi sayılıyorsa, zeytin fidanı da insanlarda umut, sevinç, mutluluk, geleceğe güvenle bakma simgesidir.
Kutsal Tevrat’ın Mezmurlar bölümünde, 128.Mezmur’da, Hac’ca giden Musevi’ler okudukları İlahi’de , mutluluğu onunla tanımlar:
“….Evin içinde karın
Meyveli asma gibi olur
Oğulların sofranın çevresinde
Zeytin fidanları gibi olur….”
Evet, insanların oğulları, kızları zeytin fidanı gibidir…!
Fidanlar bir kez toprağa tutundu mu, kökleriyle yeri kavradı mı, artık doğanın yaşama engel her zorluğuyla boğuşmaya hazırdır. Sıcak, kurak, soğuk, yel ona vız gelir! Çevresindeki her sorunla baş ede ede büyür.
Eğer insanlar ona yardım ediyorsa sevinçle kabul eder. Sulanıyorsa, gübreyle besleniyorsa, budamayla gerekli olduğu kadar traş oluyor (!), fazla dallarını atıyorsa hemen olumlu yanıtını verir; daha hızla büyür, daha çok ürün verir.
Her zaman olmaz ama doğa onun sevdiği koşulları yaratmışsa; kışın yeterli ama ölçülü üşümüş; baharın bolca yağmurunu almış; çiçeklenme ve tane tutma zamanında aykırı bir durum yaşamamış; yazın aşırı sıcaklarla karşılaşmamış; güzün olgunlaşmış meyvelerini yere düşürmeyecek kadar şiddetli rüzgarlara dayanmak zorunda kalmamışsa o yine bütün cömertliğiyle insanları daha çok mutlu eder, dalında kucağında ne varsa verir.
Zeytin ağacı mütevazidir ama gönlü ganidir!
Kutsal kitap Tevrat insanlara “olgunluğu, hakkaniyeti ve doğruluğu” anlatırken zeytin ağacını işaret eder! Tevrat’ın “Hakimler” bölümünün 9.Bap’ında bu kutsal ağacın erdemine dikkat çekilir;
“Vaktiyle ağaçlar kendilerine kral mesh etmek için gittiler; ve zeytin ağacına dediler: Bize kral ol!Ve zeytin ağacı onlara dedi: Allahın ve insanın bana mesh ettikleri yağı mı bırakayım da ağaçlar üzerinde sallanmaya mı gideyim?”!
“Kral olmak, güç sahibi olmak” için kimi insanlar olmadık oyunlar, dalevereler çevirirken zeytin ağacı, üretici olmayı yeğler, iktidar sahibi olmayı elinin tersiyle iter!
Öte yandan zeytin ve hayvan yağlarından elde edilen ışık insanın ateşten sonra bulduğu en önemli buluşlardandır.
Bir kap içine konmuş yağın içine sarkıtılan ipin dıştaki ucunun yakılmasıyla, yağ bitene dek elde edilen ışık insanlığın karanlık gecelere üstün gelmesinin başlangıcıdır. Kandillerin ışığı yüzyıllarca insanları aydınlattı. Dış dünyayı aydınlatan bu mucizevi ışık insanın içsel dünyasının aydınlanmasında da açıklayıcı oldu!
Türkçe ile en iyi Kur’anı Kerim meal’i, tefsiri yapan Muhammed Esed’in diliyle, “Nur” suresinin 35.ayet’inde “Allah” zeytin ağacını ve yağının verdiği ışığı örnek göstererek kendi konumunu insanlara anlatır:
“Allah göklerin ve yerin nurudur. O’nun nuru içinde kandil bulunan bir oyuktan yayılan ışığa benzer. O kandil ki sırça fanus içindedir; o fanus ki, inci gibi parıldayan bir yıldızdır sanki. Ve o kandilin yakıtı, ne doğuda ne de batıda eşine rastlanmayan mübarek bir zeytin ağacından alınmaktadır. Ve o ağacın yağı öyle arı-duru, öyle parlak ki, nerdeyde ateş değmeden de ışık verecek: Nur üstünde nur! Allah erişmek isteyeni nuruna eriştirir; işte bunun içindir ki Allah insanlara örnekler vermektedir….”
Zeytin ağacı eşsiz bir ışıktır. O ışık yüzlerce yıldır Anadolu’yu ve insanlığı aydınlatıyor!
*********
Mitoloji ya da söylenceler bir anlamda bize geçmişten kalan efsanelerdir.
Bu efsaneler; uygarlığımızın kökenine, dinsel geleneklerimize, davranışlarımızın biçimlenmesine, inançlarımıza, doğal olayların nedenini açıklamamıza ilişkin; ilk kimin söylediği bilinmeyen ama, deneysel ve yazınsal olarak doğrulatılması olanaklı olmayan, gelenekselleşmiş öykülerdir.
Mitoloji ya da söylence, evrensel olayları ve kendi “insanlık durumumuzu” anlamamıza yardımcı olan öyküsel bir olgudur. Tarih nasıl yazılı olanı bize aktarmaya çalışırsa mitoloji bize sözlü olanı aktarır!
Bazen anlatılan ve yazılanlar öylesine iç içe geçer ki, tarih nerde başlar, söylence nerde biter, ayırt edilemez. Dünyanın dört bir yanında yaşayan farklı halkların kendine özgü böyle efsaneleri, mitolojileri vardır.
Köküyle kıraç toprağa tutunmuş, dallarıyla mavi göğe ulaşmaya çalışan, açan naif çiçekleriyle dönüştüğü “deli” zeytin çalısına tohum yaratamaya çalışan “akıllı” zeytin ağacı, sahip olduğu alçakgönüllülük yanında insana sunduğu olağanüstü yararlarla, elbette söylencelere kaynaklık edecektir.
Hele, kadim Ege denizinin rüzgarıyla büyüyen, uygarlıkların beşiği Anadolu toprağıyla gelişen zeytin ağacı, insanlık kültünün en önemli kaynaklarından biri olan Akdeniz kültünün en seçkin ürünlerinden biri olacaktır. Elbette, Akdeniz yaşamında insan varlığının sürmesine ve gelişmesine yardımcı olan bu kutsal ağacının da, söylenceler diyarı Ege’de, bir başlangıç söylencesi olacaktır.
Zeytin ağacının geçmiş zamanda insan yaşamında oynadığı önemli rol söylencelerde ve antik çağ metinlerinde baş köşede durur.
Eski Ege kültürü olayları öykülerle anlatmayı sever: Deniz gibi oynaktır, sözler, söylenceler! Her olguya bir kulp bulmayı, olayları örneklerle açıklamaya bayılır!
Antik Helen kültüründe zeytin ağacının varoluş söylencesi Atina kentinin kuruluşuna, bu kentin adının konmasına, korunmasına bağlanır.
Bugün biliyoruz ki; Anadolu’dan esinlenen, Atina’da odaklanan, izleri bugün bile bizleri etkileyen bir uygarlık kuran; “felsefe’den matematik’e, tiyatro’dan politika’ya” kadar günümüz düşünsel yaşamımızın temelini oluşturan değerleri bize aktaran Helenler, Yunanistan yarımadasına MÖ 2.bin yılın ortalarında, Balkanların yukarısından, Tuna nehri boylarından geldiler. Yeni geldikleri ve egemenlikleri altına aldıkları bu topraklarda bölgenin yerli halklarıyla karşılaştılar, onlarla karıştılar. Ve bu yarımadada Miken adını verdiğimiz uygarlığı kurdular.
Yunanistan yarımadasında Batı Ege kıyılarına, Mora yarımadasına hakim bir konumda olan tepeye, bugün Atina Akropol’ü dediğimiz yere ve çevresine yerleşmeye karar verdiler. Bu yerin adı yerli halkın dilinde, büyük bir olasılıkla bugünkü gibi Atina veya ona benzer bir sözcük idi. Ancak yeni gelen Helenler, ilerde çok önemli bir kent merkezi, uygarlıklar kaynağı olacak bu yere kendilerince bir ad vermeliydiler?
Doğaladır ki yardıma söylenceler, efsaneler, mitoloji koştu! Ve “zeytin ağacı”!
Öykü ya: Tanrılar tanrısı Zeus, “tanrılar meclisini” birlikte yaşadıkları Olympos denen yüce dağda toplantıya çağırır. Zeus insanları yöneten, doğaya egemen olan, insanlar arasındaki ilişkilere karışan baş tanrıdır.
Konu; “o yerleşim yerinin”, sonradan adı Atina olacak kentin adını kim koyacaktır, kentin koruyucusu kim olacaktır? Zeus, hem Tanrı kadar erişilmez, hem de insan kadar insandır!
Tanrılar ve tanrıçalar değişik önerilerle yarışmaya girer. İnsanlara en çok yararlı olacak varlığı onlara kim armağan edecektir? Ancak en dikkate değer olanlar; Zeus’un kızı; akıl ve bilim tanrıçası “Athena” ile Zeus’un kardeşi, denizlerin tanrısı “Poseidon” sunduğu önerilerdir.
Gür saçları ve sakalları yosunla kaplı, üç uçlu mızrağın taşıyıcısı, köpüklü denizlerin egemeni Poseidon; ince ayakları çevik, gürbüz gövdesi güçlü, yelesi rüzgarla savrulan “at”ın insanlar için, savaşta ve barışta yararlı olacağını düşünür ve onu insanlığa sunar!
Zeus’un çatlayan alnından çıktığına inanılan ve bugün Berlin’deki “Pergamon Müzesi”nde, günümüz Bergama’sından 120 yıl önde koparılmış 5 mt yüksekliğinde görkemli bir heykeli bulunan, günümüz Türk bestecilerinin en seçkinlerinden biri olan Vedat Sakman’ın bu heykel onuruna olağanüstü güzel bir müzik bestelediği Athena tüm tanrıları şaşırtan bir sunum yapar. Onun insanların yararı için önerdiği varlık; yabani, delice bir zeytin çalısını aşılayıp akıllıya dönüştürdüğü bir “zeytin ağacı”dır.
Bu akıllı ağaç, büyüyecek, ulu bir ağaca dönüşecektir. Meyvesini insanlar hem yiyecekler, hem de meyvesini sıkıp suyundan yaralanıp besleneceklerdir. Yağı yanıp ışık olacak, odunu ocakları ısıtacaktır! Her derde deva sıvısı yaralara derman, hastalara şifa olacaktır!
Yarışmayı Athena kazanır! Hem kente adını verir (!) hem de bu kentin koruyucusu olur. Helenler, çok önem verdikleri bu nitelemeye, koruyuculuğa Pallas derler.
Doğaldır ki bu söylence, antik Helen toplumunun göçebe bir toplum oluştan yerleşik, kentli bir toplum; savaşçı bir toplum oluştan barışçı, uygarlıkçı bir toplum oluşuna geçişini simgeliyordu ama, işe bakın ki, günümüz “batı” dünyasının kendi kültürüne temel aldığı Helen kültürünü batı kültürünün başlangıcına, bu söylenceyle, “zeytin ağacını” koyuyordu.
O kültür ki, Homeros’lardan, Solon’lara, Platon’lardan Vergilius’lara, Aristotales’lerden İbni Batuta, Muhiddin-i Arabi’lere gidecek, uzanacak günümüze varacaktı!
Ne kadar açık bir durumdur? Kültürümüzün temelinde “zeytin”; onun simgelediği “akıl” ve “üretim” vardır.
No comments:
Post a Comment