Ali Ekber Yıldırım
Dünya
4 Ekim 2011,Salı
Zülfü Livaneli’yi bilirsiniz. Dünya çapında çok önemli bir değer. Müziği, filmleri, kitaplarıyla milyonlara ulaşan bir sanatçı. Edebiyatçı yönünün yanı sıra köşe yazarlığı yapıyor. Yıllardır Vatan Gazetesi’nde yazıyor.Geçen hafta köşesinde zeytinyağı üzerine bir yazı yazdı. Deyim yerindeyse kıyamet koptu. Yazının içeriği elbette eleştirilebilir. Yanlışları olabilir, fakat öylesine bir tepki oldu ki; hani neredeyse “sen ne hakla zeytinyağı üzerine yazıyorsun” diye hak etmediği bir saldırıya uğradı.
Zülfü Livaneli ne yazdı?
“Türküyü bilirsiniz: Yeni evli genç kadın kocasına “Zeytinyağlı yiyemem / Basma da fistan giyemem” diye çıkışır. Sonra da darbeyi indirir: “Senin gibi zalime / Ben efendim diyemem.”
Yani,zeytinyağı yiyebilmek bu kadar önemli.
Kuran’da bile yer verilen zeytin, birçok kültürde kutsal kabul ediliyor, günümüzün doktorları tarafından ise “sağlıklı yiyeceklerin” başına yerleştiriliyor.
Zeytin der demez gözümüzün önüne Ege geliyor ama aslında bütün Anadolu zeytinin ana yurdu. Tekirdağ’daki Trilye çeşidinden, Mardin’de Halhalı’ ya; Artvin’de Butko çeşidinden, Hatay Savrani’ye kadar geniş bir coğrafyaya yayılıyor ve Türkiye zeytin haritasında, tescilli yerli ve yabancı olmak üzere toplam 117 çeşit zeytin bulunuyor.
Bunların hepsinin tadı, aroması ayrı.
Şimdi gelelim asıl meseleye: Zeytinin ana yurdunda biz nasıl bir zeytinyağı yiyoruz? (Şu tüketme sözcüğü çok sevimsiz olduğu için tüketiyoruz değil, bildiğimiz Türkçeyle yiyoruz demeyi tercih ediyorum.)
Hemen cevap vereyim. Büyük ölçüde zararlı, kimyasal maddelerle, boyalarla dolu, bize sağlık yerine hastalık getiren ürünleri alıyoruz.
Zeytinlerden daha çok yağ almak için ilaç basılıyor, zeytinyağları çöp koymak için üretilmiş lacivert plastik bidonlarda saklanıyor, daha aklınıza gelmeyecek bin bir türlü hile yapılıyor.
Piyasadaki çeşitli yağların laboratuvar tahlillerini yaptıran ciddi hekimler söylüyor bunu.
Yediğimiz içtiğimiz birçok şey gibi bazı zeytinyağları da tehlikeli.
Zeytinyağı, sirke gibi asitli sıvıların plastik bidonlarda saklanması sonucunda, plastikteki bir sürü zararlı madde bu sıvılara karışıyor.
Nar ekşilerinde karamel ve mısır şurubu var.
Yani sağlıklı yaşayalım derken, hastalanıyoruz. Akıl almaz bir durum değil mi!”
Bu satırları yazan Zülfü Livaneli yazısının devamında “NAR” markası ile doğal ve yöresel ürünler üretip pazarlayan firmanın ne kadar doğru bir iş yaptığını yazıyor. Birazda reklam kokan bir yazı. Kaldı ki kendisi de bunu kabul ediyor ve : “Siz benim bu köşede hiçbir şeyin reklamını yaptığıma tanık olmadınız. Yapmam da. Ama bu sefer durum farklı. Çünkü bu firma, Ayaslı’nın tamamen kendisini yetiştiren ülkeye bir borç ödemesi olarak algılanmalı. Para kazanmak için değil, kaybetmek için (hadi kaybetmeyi göze alarak diyelim) yapılan bir hizmet. Kelimenin tam anlamıyla para kaybediliyor.” diye yazarak kendisi de reklam yaptığını söylüyor.
Livaneli’nin sözünü ettiği NAR markasının çalışmalarını yadsımak mümkün değil. Kaldı ki o firma da zeytinyağını bu ülkenin zeytin ağaçlarından sağlıyor.
Bu yazı da eleştirilecek asıl konu bir markanın reklamının yapılmasından öte, bilgi eksikliğinden olsa gerek sektörün neredeyse tamamının sağlığa zararlı ürün üretmekle suçlanıp töhmet altında bırakılmasıdır.
Livaneli’nin yazısında öyle bir yaklaşım var ki, sanki bir tek firmanın ürünleri sağlıklı, diğerleri insan sağlığına zararlı. Oysa zeytinyağına ömrünü adamış üç kuşak aileler, asırlık şirketler, markalar var. Tariş, Marmarabirlik gibi on binlerce üreticinin ortak olduğu kooperatifler, birlikler var. Yurtdışında katıldığı her yarışmadan ödülle dönen markalar var. Toptancı bir yaklaşımla sektörün tamamını sağlıksız ürünler üretiyormuş gibi suçlamak Livaneli gibi duyarlı bir yazara, kültür adamına yakışmadı. Kaldı ki bir sonraki yazısında tüm sektörü kastetmek istemediğini yazdı. Yazarken de bazı önemli bilgiler, belgeler sundu. Dolayısıyla, yazdıklarını tümden reddetmek de doğru değil.
Yazdıklarında haklılık payı da var. Zeytinyağı gibi çok değerli bir yağa başka yağların karıştırıldığı (tağşiş yapıldığı) yıllardır biliniyor. Tüketici göz göre göre aldatılıyor. Sektörün bununla ciddi olarak mücadele etmesi gerekiyor.
Zülfü Livaneli gibi, zeytinyağındaki sahtekarlıklardan şikayetçi çok sayıda tüketici var. Sayıları az da olsa tağşiş yapanlar sektöre büyük zarar veriyor. Zeytinyağcılar, Zülfü Livaneli’ye tepkilerini uygarca gösterirken bu konudaki eksikliklerini de gidermeli. Sektör içi kavgaları bir yana bırakarak tağşişle ve tağşiş kafalılarla mücadele etmeli. Çünkü tağşiş sadece zeytinyağına başka yağlar karıştırmakla olmuyor. Kendi çıkarları için tüm sektörü birbirine düşüren, zeytinyağına değer veriyormuş gibi görünüp zeytinyağını itibarsızlaştıran tağşiş kafalılar da var. Bununla da mücadele edilmeli.
Zeytinyağı sektörünün sağduyulu temsilcileri, “sen nasıl zeytinyağını yazarsın” diye Zülfü Livaneli’yi suçlamak yerine kendisini doğru bilgilendirmeli. Zülfü Livaneli gibi önemli bir değerin adı zeytinyağına zarar değil, değer katar. Ekim ayında iki ayrı zeytin hasat şenliği var. Akhisar’da 14-15-16 Ekim’de, Ayvalık’ta 21-22-23 Ekim’de. Her iki hasat şenliğine de Zülfü Livaneli davet edilmeli. Zeytini ve zeytinyağını kendisine daha yakından tanıtma fırsatı olur. Zeytinin dostluğun, barışın simgesi olduğu bir kez daha gösterilmiş olur.
Özetle, sektördeki kavga ortamının son bulması, Zülfü Livaneli gibi dünyaca ünlü ustaların zeytinyağının yararlarını yazacakları bir ortamın yaratılması sektördeki duyarlı her zeytincinin görevidir.
No comments:
Post a Comment