Friday, June 23, 2006

Zeytinyağlı Yiyemem Aman / Tuğrul Şavkay


Zeytinyağlı yiyemem aman!

Tuğrul ŞAVKAY / Hürriyet 20 şubat 2000

Başlık, bir Ege türküsünden alıntı. Türkünün kahramanı olan genç kız, 'zeytinyağlı yiyemem aman, basma da fistan giyemem aman' diyor. Ne garip! Oysa Egeliler zeytinyağını sever diye bilinir. Ana sütünden sonra ağızlarına giren ilk sıvıdır zeytinyağı. Ona kutsallık atfetmenin kaynağını, ilahi kitaplarda aramak boşuna. Muhtemelen bu kutsallık bizzat hayatın içinden gelmekte.

Son günlerde değerlere saldırarak, tuhaf sözler söyleyerek gündemde durmaya çalışmak yeniden moda oldu diye eleştiriler var. Anlamını pek düşünmeden söyleye geldiğimiz o Ege türküsünde de böylesi bir durumu görmemek için insanın gerçekten kör olması gerekir diye düşünüyorum şimdi. Halbuki çocukluğumda bu türküyü ne kadar çok severdim. Meğer türküyü yakan da böyle garip sözlerle gündeme girmeyi başaranlardan biriymiş. Büsbütün cahillik. Hatta apaçık değerbilmezlik. İşin garibi, toplum bu değerbilmezliği, bu cehaleti hoş görmüş. Tıpkı bugünkü gibi. Demek toplumlar kolay kolay evrim geçirmiyor. Doğan Hızlan'ın geçenlerde yazdığı gibi, Türkiye'de, başka hiç bir ülkede görülmeyen ölçüde, bir cehalet ve kadirbilmezlik özgürlüğü var.

GÜNDEME GİRMEK

Yılbaşında, artık ürünler üzerine yazılar yazmak istediğimi söylemiştim. Acı bir rastlantıyla, daha önce çok yazdığım için benim gündemimin artık alt sıralarında bulunan zeytini ve zeytinyağını çok erken bu köşeye taşımak zorunda kaldım. Hem de kalbim kırık olarak.

Köşe komşum Ceren Büke, iki haftadır zeytinyağını yazıyor. Kalbimi kıran, bu kadar hoş bir genç şefin zeytinyağından söz ederken bizi hiç anmamış olması. Dünyada zeytinin ve zeytinyağının öneminden söz etmesine elbette bir Egeli olarak çok sevindim. Üzüntüm, böyle bir yazıda bizim adımızın hiç anılmamış olması.

Halbuki Türkiye dünyanın en önemli zeytin ve zeytinyağı üreticileri arasında. Bunun çok duygusal bir yaklaşım olduğu sanılsın istemem. Evet, ben duygusal bir insanım. Bunu inkar edecek de değilim. Ancak, rakamların soğuk dünyasında dahi bu kadar haksızlığa yer yok. Çünkü bizim ülkemiz, o buzullarla dolu istatistik dünyasında bile ilk beş arasında yer almakta. En azından Tunus'un önünde olduğumuzu biliyorum. Ama sanki ölmüşüz ve bu dünyada artık bize bir pay yokmuşçasına adımız anılmıyor. Ne yazık!

Şimdi ise gerçeklerin ortaya çıkarılmasını talep ediyorum. Türkiye'nin bir zeytin ve zeytinyağı ülkesi olarak anılmasını istiyorum.

İşin sevindirici yanı, bu talebimde yalnız olmadığımı bilmem. Hafta içinde Lio Zeytinyağlarının ortaklarından ve Ege Zeytin ve Zeytinyağı İhracatçıları Birliği Başkanı Şevket Aksoy'la birlikte bu acıyı paylaştığımda bir şeyler yazmanın üzerime bir görev olduğunu hissettim. Zeytine ve onun yağına gönül vermiş on binlerce üreticinin sözcülüğünü üstlenmek zorunda kaldığımı yüreğimin derinliklerinde duydum. Oysa ben bu sayfada sadece güzel şeylerden söz etmek isterdim. İnsanların yüreğini kıpır kıpır eden, yüreklere seslenen yazılar yazmaktan başka bir isteğim yoktu. Tanımadığım adamın davasını eşelemeye başladım...

'Olanları küçük bir unutkanlık sayın gitsin' diyemezsiniz. Çünkü bunun altında gerçekten büyük bir vurdumduymazlık olduğunu biliyorum. Çok sevgili bir dostum, üstelik bu işlere meraklı birisi de, zeytinyağı üreticilerine, 'sizin bu ülkenin ekonomisine katkınız ne ki?' demişti bir toplantıda.

VURDUM DUYMAZLIK

Bitmedi... Türkiye yıllardır dünyanın en güzel zeytinyağlarını üretip İtalya'ya, İspanya'ya satmakta. Ama isimsiz olarak. Neden utanıyoruz? Niçin kendi yağımızı kendi adımızla anacak kadar cesaretten yoksunuz? Bütün bunların gerçek olduğunu bilenler niye kıllarını bile kıpırdatmıyorlar, hiç düşünüldü mü acaba?

İtalya'nın ürettiği zeytinyağı kendine bile yetmez. Onlar da bizim gibi zeytinyağını seviyor diye kınayacak değilim elbette. Yine de İtalya'nın bu şartlar altında dünyanın en büyük zeytinyağı ihracatçısı olmasını nasıl açıklayacağız? Elbette bizden aldığı zeytinyağlarını şişeleyip satmaktalar. Peki biz buna karşı sonsuza kadar suskun ve çaresiz mi kalacağız?

Ben Ceren Büke'nin yazısındaki unutkanlığın aslında bir toplumsal unutkanlığı, hatta izin verin, vurdumduymazlığı dile getiren bir 'lapsus' olarak görüyorum. Aksi geçerli olsa binlerce dönümlük alanlara yayılmış delicelerin verimli zeytinliklere dönüştürülmemesinin hesabının çoktan sorulması gerekirdi. Bu ülkenin bir Tarım Bakanlığı yok mudur ki, böyle saçma sapanlıklar sürer gider?

Zeytinyağı konusu açılınca nedense dur durak bilmiyorum. Dile getirmek istediğim şeyler o kadar çok ki, ne bu köşeye, ne de koca bir kitaba sığdırabilirim tümünü.

Önümüzdeki günlerde de bu konuyu gündemde tutmaya çalışacağım. Umutsuzluk ve çaresizlik benim defterimde yazmıyor. Beni karamsarlığa sürükleyen bizim için bu kadar değerli olan bir şeyi bunca yıl ihmal etmiş olmamız. Tabiatın bize bu müthiş bağışına karşılık kalplerimizi ona açmamız. Ve en önemlisi sevgiyi unutmamız.

Her şeyin başının sevgi olduğunu anlamak için çok geç kaldık galiba.

Var yılı, yok yılı

Dostluğundan onur duyduğum Güngör Uras da yine geçen hafta zeytininin ve zeytinyağının önümüzdeki yıl kıtlığının çekileceğini duyuran bir yazı yazdı. Zeytin ve zeytinyağı üreticileri bunun aksini söylüyor.

Güngör Uras'a ulaştıklarında bu düzeltme mutlaka yapılacak. Benim asıl şaştığım ise o yazıda sözü edilen 'var yılı' 'yok yılı' gerçeğini değiştirmek için niçin hala bir adım atmadığımız. İspanya bu sorunu bir ölçüde çözdü deniyor.

Akılla ve sevgiyle bunu başardılar. Biz ise hala elimizde sopalarla, dalları kırarcasına zeytin çırpmaya devam ediyoruz. Ağaçlar da elbette bu sevgisiz yöntem karşısında bir yıl ürün verip bir diğerinde vermeyerek bizi telin ediyorlar. Bari bunu değiştirebilsek.

No comments: