Tuesday, February 09, 2010

Zeytinin Yarenliği

Mehmet Uhri
09 Şubat 2010,Salı



“Ne edeceksin benim kimlerden olduğumu. İnsanız işte, yetmez mi? Şu zeytinin tadına bak hele. Burası Trilye, böyle lezzetli zeytini zor bulursun” diye söylenerek zeytin tabağını uzattı. O soğuk kış günü Mudanya’ya bağlı Trilye köyüne ulaşmış, sağa sola sorarak bulmuştum Celal Bilgin’in küçük bir bakkalı andıran dükkanını. Dükkanda, zeytin, zeytin yağ, ev sabunu, birkaç kavanoz turşu, reçel ve salça dışında bir şey yoktu. Muhacir olup olmadığını sorunca bu sözlerle beni terslemiş ve zeytinleriyle ilgilenmemi istemişti. Tek tek zeytinlerini ve farklılıklarını anlattı.

- Trilye zeytini diğer zeytinlere benzemez, çekirdeği küçük kabuğu incedir. Çekirdeği küçük olduğu için yağa pek gelmez ama sofralık zeytinin hasıdır. Hem buraların gerçek yerlisi bu gördüğün zeytin ağaçlarıdır. Gördüğün tüm insanlar ise ama az ama çok hep muhacirdir. İnsanlar gider gelir, zeytin ağaçları hep buradadır.

-Sen de muhacirlerdensin o zaman.

-Beyim sen laf anlamayacaksın anlaşılan. Biz buranın en eskilerindeniz. 700 yıldır buradayız. Göçle gelen Kayı yörüklerindeniz. O zamanlar buraları hep Rumeli’ymiş. Yani daha da eskileri varmış, bizimkiler azınlıkmış. Köyde 3 kilise bir manastır bir de ruhban okuluna karşın o zamanlar derme çatma sadece bir cami varmış. Sonra savaşlar, kaç göç derken Türkler çoğunluk olmuş, Rumlar azınlığa kalmış. Yine de anlaşamamışlar. Rumlar gitmiş mübadele ile Balkan muhacirleri gelmiş. Gelenler o kadar kalabalıkmış ki bizimkiler kalan üç beş Rum ile birlikte yine azınlıkta kalmış.

-Sonra?

-Sonrası kiliseler, manastır ve ruhban okulu kapanınca Rumlar hepten göç etmiş. Zeytinde çalışacak işçi lazım olunca bu kez doğudan Kürtler gelmiş, aileleriyle. Anlayacağın buralarda herkes biraz muhacir. Kime sorsan sana ne olmadığını söyler yeter ki azınlıktan sayılmasın. Sen şimdi bana muhacir olup olmadığımı sordum. İki dünya arasında muhacirim diyeyim de sende kurtul, ben de. Dedim ya buranın gerçek yerlisi zeytin ağaçlarıdır. Onlar olmasa kimse durmaz burada. Yıllardır birileri gider yerine yenileri gelir. Gidenlerin yerine gelenler ayrık otu gibi görülmektense, zeytine sarılan sarmaşık gibi tutunup kök salma, yükselme derdindedir. Üstelik tüm bunlar zeytinin umuru bile değildir.

İçerisi de dışarı kadar soğuktu. Dükkanında kabanla oturuyor ellerini sıcak tutmak için eldiven kullanıyordu. Soğuğun etkisi sokakları ıssızlaştırmıştı. Masanın kenarında yerde elektrik ocağında kaynayan çaydan kendine doldururken bana da bir bardak ikram etti. Çayı şekersiz içtiğimi görünce yüzü aydınlandı.

-Ha şöyle. Şeker katıp çayın tadını öldürüyorlar. Çayın kendi lezzeti dururken tadını bozuyorlar. Çayı şerbete döndürdükten sonra ne tat alırlar bilmem. Üstelik zeytinde de aynı haltı yiyorlar.

-Nasıl yani?

-Zeytini salamuraya yatırıp tuzu basıyorlar. Tuzun tadı bir süre sonra çayın şekeri gibi zeytinin tadını bastırıyor. Halbuki zeytinin gerçek lezzetini almak istiyorsan bunlar gibi selede acısı alınmış, tuzu içine geçmemiş zeytin yemelisin. Zaten zeytinden anlayan bunun gibi sele zeytin arar.

-İyi de pek bulunmuyor bu zeytin.

-Bulunmaz elbet. Salamurada tuzlu su ile şişmiş zeytin tanesi ağır çekerken, sele zeytin acı suyunu atıp buruşur hafif çeker. Sen her sefer 1 kilo zeytin alırsın ama salamura zeytinde daha az zeytin tanesi almış olursun. Yani zeytini salamura yapıp satmak her zaman daha çok kazandırır. Eskiden bu işi nam olsun diye yapanlar salamura yapmadığı için övünürdü. Şimdi benim gibi üç beş enayiden başka kalmadı, onlardan.

-Yani lezzetli salamura zeytin yok mu?

-Yok o kadar değil. Biraz suda dinlendirip tuzunu atarsan tadı gelir ama yine de selenin lezzeti gibi olmaz. Hem o kadar tuzlu lezzet arıyorsan turşu ne güne duruyor. Zeytinin tadını kokusunu bulmak istiyorsan salamuradan uzak duracaksın. Hem zaten tuz, tansiyon yükseltiyor filan diyorlar.

Bir miktar zeytin tarttırıp dükkandan dışarı çıktım. Kapının kenarında saksı içinde duran zeytin fidanına baktığımı görünce yanına gidip elini yapraklarında gezdirdi.

-Dedim ya buraların yerlisidir, zeytin. Onsuz olmaz. Bu fidanı bana burada yarenlik etsin diye çekirdekten büyüttüm. Dağda aşıladığım yabani zeytin ağaçlarından birinin zeytiniydi. Ben onu evcilledim o da şimdi bana yarenlik ediyor. Her zaman kedi köpek besleyecek değiliz ya.

Helalleşip yanından uzaklaştım. Birkaç adım attıktan sonra geri dönüp fotoğrafını çekmek için izin istedim. Dükkanın önünde zeytin fidanının yanına oturmuştu. Gülümsedi;

“Hadi git artık. Burada yeterince muhacir var. Zeytinin lezzetini unutursan yine gelirsin. Ben olmasam bile zeytinler burada. Ağzının tadı yerinde olsun, yeter” diyerek uğurladı. Az önce ortalığı bir az olsun ısıtan güneş kaybolmuş yağmur yeniden başlamıştı. Trilye’nin dar sokaklarında yağmurdan kaçan birkaç kedi dışında pek kimse görünmüyor, limanın ilerisinde denizin üzerinde beliren gökkuşağı ise hızla gözden kayboluyordu.

1 comment:

ramazan said...

ben de aizane az miktarda bu zeytinden yapıyorum.eşe dosta ve kendimize yetmiyor.bilenler çok arıyor ama bulamıyor.harika bir paylaşım.herkes okusun.