Thursday, December 07, 2006

Bir Zeytinci Öyküsü


Takvimlerde kaybolmak

Mehmet Uhri
mehmetuhri@e-kolay.net

mehmetuhri@hotmail.com

“Beyim bütün yıllar zeytinin var yılı, artık. Yok yıllarını unuttu millet. İstediğin yağ olsun”. Halis zeytinyağı almak için tavsiye üzerine İzmir Bergama’ya bağlı Zeytindağ köyüne gitmiştim. Kapısını çaldığım kır saçlı yaşlı adama “zeytinyağın var mı?” diye sormuş ve bu yanıtı almıştım. Ne kadar yağ istediğimi sorup elimde yağ koyacak kap olmadığını görünce evden birlikte çıkıp köy meydanında yağhanenin yanındaki bakkaldan yağ tenekesi aldık. Yol boyunca konuşmamıştı. Konuşkan birine de benzemiyordu. Bu adamı ve yağını tavsiye edenler aksi biri olduğunu, yalnız yaşadığını ancak en lezzetli ve düşük asitli naturel zeytin yağını ondan alabileceğimi söylemişlerdi. Yağ tenekelerini alıp eve dönerken eskiden zeytinlerin sopalarla vurularak toplandığını. Ağacın yıpranması yüzünden ertesi sene daha az ürün alınan yok senelerinin yaşandığını, gelişen zeytin toplama teknikleri ile verimin arttığını eskiden olduğu gibi zeytinin yok yıllarının kalmadığını anlattı. Zeytinin her sene bol olduğu var yıllarının yaşandığından söz etti.

Bizimkinin evi boy boy saksılar içinde çiçeklerin süslediği geniş bahçeden geçilerek girilen iki küçük bir büyük odadan oluşan tek katlı kerpiç köy evlerindendi. Mutfaktan aldığı huniyle bahçenin kenarında duran büyük küpten tenekelere yağ doldurmaya başladı. Temizlik bezi almak için eve girdiğimde salonun duvarlarında asılı saatli maarif takvimleri dikkatimi çekti. Takvimler farklı yıllara aitti ve hepsi ayrı bir günü gösteriyordu. Çoğunun yaprakları koparılmamıştı. Temizlik bezlerini verip doldurduğu tenekeyi taşımasına yardım ettim. Bu sırada yaşlandığından belinin eskisi gibi tutmadığından ağır kaldıramadığından yakındı. “Hanımın çocukların yok mu? Bu yaşta yalnızlık zor olsa gerek.” diye üsteledim. Yüzü kederlendi, başını eğdi. Hanımını 10 yıl kadar önce kaybettiğini, çocuklarının şehirde yaşadığını kendisinin buradan ayrılamadığını söyledi.

- Peki neden gitmiyorsun şehre, çocuklarının yanına? Hem şehirde daha rahat edersin.

- Beyim daha ben buradan ayrılamam. Hanımın mezarı burada. O mezarı bırakıp gidemem. Ben de gidersem kim sulayacak kim ziyaret edecek o mezarı? Kim bakacak hanımdan yadigar bu bahçenin çiçeklerine?

- Yani hastalansan da gitmeyecek misin?

- Hastalık da sağlık da Allah’tan. Ben bu toprağın insanıyım. Er veya geç hanımım gibi burada ölüp onun yanında aynı toprağa gömülmek istiyorum. Günü gelene kadar burada bekleyeceğim elbet.

Doldurduğu yağ tenekelerinin ağzını kapatıp temizledi. Birlikte arabaya taşıdık. Ellerimizi yıkamak için tekrar eve girdiğimizde duvardaki saatli maarif takvimlerini sordum. Gülümsedi, başını önüne eğip cevap vermek istemedi. Üsteledim.

- Rahmetli o takvim yapraklarını koparıp okuyarak güne başlardı. Şimdi o yok. Takvimleri alıp asıyorum her yıl. Ama her gün yeni güne uyanmak zoruma gidiyor. Elim gitmiyor, koparamıyorum o yaprakları. Sanki daha çok uzaklaştırıyor beni hanımımdan. Yalnızlık, ne edeceksin.

- Peki niye asıyorsun o takvimleri. Asma o zaman.

- Ne bileyim. Rahmetli gözünün önünde olsun isterdi o takvimler. Bazen yemek tarifleri bazen de güzel bir şiir için sakladığı olurdu takvim yapraklarını. Kıyamıyorum gün gelir çıkar gelir kaldığı yerden devam eder diye indirmiyorum o takvimleri. Başlangıçta hiç yaprak koparmazdım takvimlerden. Sonraları hanımın acısı hafifleyip biraz kendime gelince başladım ara sıra takvim yapraklarını koparıp okumaya. Her gün aynı güne uyanmaktansa geçmişten bir güne uyanıp o günün takvim yaprağı ile avunmak daha iyi geliyor, bazen.

Gözleri dolmuştu. Bir süre konuşmadı. Odanın karşı duvarındaki eşi ve çocukları ile birlikte çekilmiş aile fotoğrafına baktı, uzun uzun.

- Hanımım beyim. Hanımım vaktinden önce öldü. Onu iyi yaşatamadım. Gönlünü pek hoş tutamadım. Hep çocukların ve benim kahrımı çekti garibim. Gerçi bir şey söylemez, yakınmazdı. Karadeniz’i görmek gezmek istediğinden söz ederdi, ara sıra. Önceleri çocuklar büyüsün diye erteledik. Sonra hep bir engel çıktı. Biraz da ben bahane uydurdum, masraf olmasın diye. Paramız kıt diyerek zeytinin var senelerine erteledik hep o çok istediği geziyi. Sonuçta gidemedik.

- Yani?

- Hanımım öldü gitti. Çocuklar büyüdü. Zeytin var senelerine geldi ama nafile. Ona istediğini veremedim. İçim yanıyor. Ölüm Allah’ın emri ama her gün aynı güne uyanmak, yokluğa alışmak zor geliyor. O takvim yapraklarında eskinin günlerine gidiyor oralarda kalıyorum. Bayramı seyranı unuttum anlayacağın. Bazen o takvimlerle, bazen de hanımdan kalan bu çiçeklerle avunuyorum. Şu saksıdaki yaseminin bir eşini hanımın mezarına diktim. Rahmetli çok severdi kokusunu. Göğsünde açsın, bari gittiği yerde gönlü hoş olsun istedim.

Elindeki bezi bırakmak için mutfağa yöneldi. Sonra geri dönüp elini uzattı. “Gevezelik edip seni de yolundan ediyorum. Aldığın yağı beğeneceksin merak etme. Umarım afiyetle yersin. Yeter ki ağzının tadı yerinde olsun.” diyerek elimi sıktı.

Daha konuşmadı. Birlikte dışarı çıktık. Borcumu ödeyip arabaya yöneldim. Ayrılırken “Bu gün takvimden yaprak koparacak mısın?” diye sordum. Gülümseyip “hadi git” dercesine sırtıma vurdu. “Bugün fena bir güne benzemiyor. Hele güneş biraz daha yükselsin, bakarız elbet” dedi. Öğlen olmuştu. Zeytindağ’dan çıkıp yola koyulduğumda yükselen güneşin sıcağı giderek daha çok hissediliyordu.

No comments: