28 Aralık 2008,Pazar
Kaynak : www.zeytinci.org
Yudum'un zeytinyağı markaları Ciello ve Brillo, Japon mutfağının vazgeçilmezi oldu.
Türkiye'nin en eski ayçiçek markalarından biri olan ve Komili Ailesi'nin yarattığı Yudum, önce Unilever'e, sonra Soros'a, ardından da Kuveytli NBK Capital'a satılmış, en son geçtiğimiz yıl yapılan bir operasyonla da Suudi Savola'ya geçmişti. Dünyanın 6. büyük, Ortadoğu'nun ise en büyük yağ üreticisi Savola'nın Yudum operasyonun başında Turkuaz Grubu'nun ortağı İsmail Kavuncu bulunuyor. Kavuncu, bugüne kadar ayçiçek yağı ile bilinen Yudum'un ihracata özel zeytinyağı da ürettiğini belirterek, "İç piyasaya vermediğimiz ve önce Japon pazarına girdiğimiz Ciello ve Brillo markalarıyla, bir yılda 9 milyon dolar ihracat yaptık" dedi. Kavuncu, Yudum'un Ayvalık'taki tesislerinde üretilen Türk zeytinyağını Savola'nın knowhow'ıyla birleştirdiklerini söyledi.
Turkuaz Grubu'nun Savola'yla ortaklığı olmadığını belirten Kavuncu, şöyle konuştu: "2005'te Özbekistan'da kurduğumuz yağ fabrikasını Savola'ya satmıştık. Yudum'u alınca önceden tanıştığımız için yönetim kurulu başkanlığını bana verdiler. Dolayısıyla bir ortaklığım yok."
Savola'nın Türkiye'de gıda sektörünü mercek altına aldığını belirten Kavuncu, "Suudi hükümeti, ülke dışındaki gıda yatırımlarına destek veriyor. Türkiye hâlâ çok önemli bir tarım ülkesi. Savola başta şeker olmak üzere, Türkiye'deki fırsatları kolluyor" dedi.
Paranın renginin olmadığını belirten İsmail Kavuncu, Ortadoğu ve Orta Asya sermayesi şeklindeki sınıflamaya karşı olduğunu söyledi. "Bu yaklaşım doğru değil. Savola, finans ya da gayrimenkul yerine doğrudan üretim sektörüne girdi. Yani elini taşın altına koydu. Bu çok önemli" dedi. Kavuncu, "Global krizden çıkış reçetesi Orta Asya ve Ortadoğu sermayesini Türkiye'ye çekmekten geçiyor. Hem dini hem de milli bağlarımızın olduğu bu iki coğrafyadaki sermaye potansiyeli için en doğru adres Türkiye. İş dünyasının bunun bilinciyle hareket etmesi gerek" diye konuştu.
Akdenizli olununca zeytinle aşk başlıyor zaten. Zeytinsiz kahvaltı, zeytinyağlısız yemek olmuyor. Sadece yemek mi güzel olan? Ya kültürü!... Bu blog, aşkımız zeytin ve zeytinyağı ile bilgileri sizinle paylaşmak arzumuzdan doğdu. Koray & Hakkı Yazıcı e-posta : mhyazici@gmail.com
Monday, December 29, 2008
DİRenmek neye yarar
Cemal Sevgi
Yenigün Gazetesi
26 Aralık 2008,Cuma
Ben yazmaktan bıktım, zeytinyağı ihracatçıları istemekten bıkmadı. Bir Dahilde İşleme Rejimi tutturdular, gidiyorlar. İstedikleri şeyin Türkçesi şu; Biz Türk malı zeytinyağı ile yeterince para kazanamıyoruz, Suriye'den Tunus'tan ucuz yağ alalım, Türkiye'de işleyip satalım. Dışarıdan gelen ucuz yağ Türk üreticisinin kaliteli yağının fiyatını düşürecekmiş umurlarında değil. Onlara sorarsanız zaten böyle bir niyetleri de yok. Ama DİR'e izin çıkması durumunda ilk olacak şey bu. Türk üreticisinin yağını ucuza kapatacaklar. Üreticinin emeğine saygı göstermeyi bir türlü öğrenemediler.
Hep bana hep bana nereye kadar?
Ege Zeytin ve Zeytinyağı İhracatçıları Birliği Yönetim Kurulu 22 Aralık'taki toplantısından sonra yazılı bir açıklama yaptı. "EZZİB, üyelerine uygulanması planlanan Dahilde İşleme Rejiminde (DİR) en az yüzde 50 yerli mal kullanımı dışındaki diğer kısıtlayıcı maddeler ve süre kısıtlamasını kabul etmeyerek DİR'in sürekli bir şekilde sektörde uygulanması talebine devam etme kararı almıştır." denilen açıklamanın sevindirici tarafı şu aslında. Galiba onlar da yavaş yavaş DİR'den umutlarını kesmeye başladılar. Hiç olmazsa yarısını kurtaralım diye yüzde 50 yerli ürün kısıtlamasına bile razı olduklarını beyan ediyorlar. Bu açıklamanın gerçek nedeni de bu galiba. Yoksa zeytinyağı ihracatı 10 bin tonlara kadar düşmüş, ihraç edecek zeytinyağı bulamıyorlarmış, Tunus kutulu ihracatta Türkiye'yi geçmiş, miş, miş, miş. Hepsi lafı güzaf, gerçekleri herkes biliyor.
Türk üreticisini artık aptal yerine koymaktan vazgeçin. Hak ettiği fiyatı veren herkese Türkiye'de yetecek kadar zeytinyağı var. Ama siz yok pahasına istiyorsunuz. "Kimsenin kazancında gözümüz yok" diyorsunuz ama üreticinin kazandığı üç kuruşa da göz diktiniz.
Kimsenin kimseyi engellediği yok. İsteyen istediği yer yağ ithal edebilir. Gücünüz yetiyorsa, kendinize güveniyorsanız yapın markanızı istediğiniz yere mal satın. Ama artık boşuna DİRenmeyin. Bu iş olmaz.
Yenigün Gazetesi
26 Aralık 2008,Cuma
Ben yazmaktan bıktım, zeytinyağı ihracatçıları istemekten bıkmadı. Bir Dahilde İşleme Rejimi tutturdular, gidiyorlar. İstedikleri şeyin Türkçesi şu; Biz Türk malı zeytinyağı ile yeterince para kazanamıyoruz, Suriye'den Tunus'tan ucuz yağ alalım, Türkiye'de işleyip satalım. Dışarıdan gelen ucuz yağ Türk üreticisinin kaliteli yağının fiyatını düşürecekmiş umurlarında değil. Onlara sorarsanız zaten böyle bir niyetleri de yok. Ama DİR'e izin çıkması durumunda ilk olacak şey bu. Türk üreticisinin yağını ucuza kapatacaklar. Üreticinin emeğine saygı göstermeyi bir türlü öğrenemediler.
Hep bana hep bana nereye kadar?
Ege Zeytin ve Zeytinyağı İhracatçıları Birliği Yönetim Kurulu 22 Aralık'taki toplantısından sonra yazılı bir açıklama yaptı. "EZZİB, üyelerine uygulanması planlanan Dahilde İşleme Rejiminde (DİR) en az yüzde 50 yerli mal kullanımı dışındaki diğer kısıtlayıcı maddeler ve süre kısıtlamasını kabul etmeyerek DİR'in sürekli bir şekilde sektörde uygulanması talebine devam etme kararı almıştır." denilen açıklamanın sevindirici tarafı şu aslında. Galiba onlar da yavaş yavaş DİR'den umutlarını kesmeye başladılar. Hiç olmazsa yarısını kurtaralım diye yüzde 50 yerli ürün kısıtlamasına bile razı olduklarını beyan ediyorlar. Bu açıklamanın gerçek nedeni de bu galiba. Yoksa zeytinyağı ihracatı 10 bin tonlara kadar düşmüş, ihraç edecek zeytinyağı bulamıyorlarmış, Tunus kutulu ihracatta Türkiye'yi geçmiş, miş, miş, miş. Hepsi lafı güzaf, gerçekleri herkes biliyor.
Türk üreticisini artık aptal yerine koymaktan vazgeçin. Hak ettiği fiyatı veren herkese Türkiye'de yetecek kadar zeytinyağı var. Ama siz yok pahasına istiyorsunuz. "Kimsenin kazancında gözümüz yok" diyorsunuz ama üreticinin kazandığı üç kuruşa da göz diktiniz.
Kimsenin kimseyi engellediği yok. İsteyen istediği yer yağ ithal edebilir. Gücünüz yetiyorsa, kendinize güveniyorsanız yapın markanızı istediğiniz yere mal satın. Ama artık boşuna DİRenmeyin. Bu iş olmaz.
Saturday, December 27, 2008
Zeytinyağı sektöründe saflık tartışması
Sinan Doğan
Referans
26 Aralık 2008,Cuma
Küresel ısınmanın yarattığı kuraklık, zeytinyağının kimyasını da bozdu. Körfez yöresi olarak adlandırılan Ayvalık, Edremit, Burhaniye ve Güney Ege'de bazı bölgelerde bu sezon üretilen zeytinyağlarında saflık değerlerinden biri olan delta 7, gıda kodeksinde belirtilen değerin üzerine çıktı.
Bu durum yöre yağlarının ihracatında ve iç piyasada satışında sıkıntı yaratmaya başladı. Bazı firmalar yaklaşık iki haftadır üreticiden zeytinyağı alımını kesti. Zeytinyağı firmaları kilitlenen piyasayı açmak için Tarım Bakanlığı'na başvurmaya hazırlanırken, Ulusal Zeytin Zeytinyağı Konseyi'nin Kimya Komitesi de kriterin 0.5'den 0.6'ya çekilmesi talebini gündemine aldı.
Bu gelişme zeytinyağı sektörünü de ikiye böldü. Saflık değerinin değiştirilmesini isteyenler, bu sezon fiyat düşüşünün ve ihracatta yaşanacak sorunun önleneceğini savunurken, sektördeki bazı firma ve üreticiler ise değişikliğin zeytinyağına diğer bitkisel yağların karıştırılmasının önünü açacağını, Türk zeytinyağının dünya standardından kopacağını öne sürüyor.
Türk yağının imajı zedelenir
Zeytinyağı uzmanı ve kimya mühendisi Mümtaz Gökçebağ, saflık derecesinde değişikliğin dış piyasalar açısından yanlış anlamalara yol açabileceğini söyledi. Gökçebağ, "Delta-7 değeri yüksek çıkan bir zeytinyağına ayçiçeği ya da aspir yağının karıştırıldığından şüphelenirim. Bu değişiklik üç beş kişinin teklifi ile olamaz" dedi.
Zeytindostu Derneği Başkan Yardımcısı Mustafa Alhat, zeytinyağında yaşanan sorunun bölgesel olduğuna dikkat çekerek, "Bir bölge için yapılacak değişiklik, haksız rekabet yaratır. Türkiye'yi dünyadaki zeytinyağı standartlarından koparır. Zeytinyağına diğer yağların karıştırılmasına kapı açılır. Türk zeytinyağının kalitesini artırmak istiyorsak, standartlardan taviz vermeyelim" dedi.
Tariş Köşk Kooperatifi Başkanı Hasan Köşklü ise 1994'de Güneydoğu'daki zeytinyağının fıstık yağı özelliği gösterdiğini, 1999'da Güney Ege yağlarında beta değeri sorunu çıktığını hatırlatarak, "O zaman kodeks değişikliği talepleri geldi ama kabul edilmedi. Bu yağlar başka bölgedekilerle karıştırılıp sorun çözüldü. Şimdi neden kodeks değiştirilmek isteniyor. Bunu anlamak mümkün değil. Üstelik üretim sezonu başladı. Maç oynarken kurallar değiştirilmemeli" diye konuştu.
Değişiklik değil tolerans
İzmir Ticaret Borsası Meclis Başkanı ve Kristal Yağları'nı üreten Ticaret ve Sanayi Kontuvarı'nın Yönetim Kurulu Başkanvekili Ayhan Baran ise, küresel ısınmadan kaynaklanan sebeplerden dolayı Ege'deki bazı yörelerde zeytinyağının asit ve delta 7 değerlerinde farklılıklar yaşandığını doğruladı. Üreticilerden ve firmalardan gelen talebin Ulusal Zeytin ve Zeytinyağı Konseyi'nin Teknik Komitesi'nde değerlendirildiğini ifade eden Baran, "Söz konusu olan gıda kodeksinin değiştirilmesi değil, bu sezona özgü bir tolerans. Telaş edecek bir durum yok. Dış piyasalar açısından da bir sorun yaşanmaz" dedi.
Baran, bölgelerden alınacak zeytinyağı örneklerinin analiz edileceğini, buna göre bir değişiklik gerekiyorsa Tarım ve Köyişleri Bakanlığı'na başvurulacağını söyledi.
Öte yandan, Ege Zeytin ve Zeytinyağı İhracatçıları Birliği yönetim kurulu, zeytin ve zeytinyağı ihracatında Dahilde İşleme Rejimi (DİR) kapsamında ithalat yapılması taleplerinin devam ettiğini, bu konuda bazı kurumların kamuoyuna yanıltıcı bilgi verdiğini açıkladı.
Referans
26 Aralık 2008,Cuma
Küresel ısınmanın yarattığı kuraklık, zeytinyağının kimyasını da bozdu. Körfez yöresi olarak adlandırılan Ayvalık, Edremit, Burhaniye ve Güney Ege'de bazı bölgelerde bu sezon üretilen zeytinyağlarında saflık değerlerinden biri olan delta 7, gıda kodeksinde belirtilen değerin üzerine çıktı.
Bu durum yöre yağlarının ihracatında ve iç piyasada satışında sıkıntı yaratmaya başladı. Bazı firmalar yaklaşık iki haftadır üreticiden zeytinyağı alımını kesti. Zeytinyağı firmaları kilitlenen piyasayı açmak için Tarım Bakanlığı'na başvurmaya hazırlanırken, Ulusal Zeytin Zeytinyağı Konseyi'nin Kimya Komitesi de kriterin 0.5'den 0.6'ya çekilmesi talebini gündemine aldı.
Bu gelişme zeytinyağı sektörünü de ikiye böldü. Saflık değerinin değiştirilmesini isteyenler, bu sezon fiyat düşüşünün ve ihracatta yaşanacak sorunun önleneceğini savunurken, sektördeki bazı firma ve üreticiler ise değişikliğin zeytinyağına diğer bitkisel yağların karıştırılmasının önünü açacağını, Türk zeytinyağının dünya standardından kopacağını öne sürüyor.
Türk yağının imajı zedelenir
Zeytinyağı uzmanı ve kimya mühendisi Mümtaz Gökçebağ, saflık derecesinde değişikliğin dış piyasalar açısından yanlış anlamalara yol açabileceğini söyledi. Gökçebağ, "Delta-7 değeri yüksek çıkan bir zeytinyağına ayçiçeği ya da aspir yağının karıştırıldığından şüphelenirim. Bu değişiklik üç beş kişinin teklifi ile olamaz" dedi.
Zeytindostu Derneği Başkan Yardımcısı Mustafa Alhat, zeytinyağında yaşanan sorunun bölgesel olduğuna dikkat çekerek, "Bir bölge için yapılacak değişiklik, haksız rekabet yaratır. Türkiye'yi dünyadaki zeytinyağı standartlarından koparır. Zeytinyağına diğer yağların karıştırılmasına kapı açılır. Türk zeytinyağının kalitesini artırmak istiyorsak, standartlardan taviz vermeyelim" dedi.
Tariş Köşk Kooperatifi Başkanı Hasan Köşklü ise 1994'de Güneydoğu'daki zeytinyağının fıstık yağı özelliği gösterdiğini, 1999'da Güney Ege yağlarında beta değeri sorunu çıktığını hatırlatarak, "O zaman kodeks değişikliği talepleri geldi ama kabul edilmedi. Bu yağlar başka bölgedekilerle karıştırılıp sorun çözüldü. Şimdi neden kodeks değiştirilmek isteniyor. Bunu anlamak mümkün değil. Üstelik üretim sezonu başladı. Maç oynarken kurallar değiştirilmemeli" diye konuştu.
Değişiklik değil tolerans
İzmir Ticaret Borsası Meclis Başkanı ve Kristal Yağları'nı üreten Ticaret ve Sanayi Kontuvarı'nın Yönetim Kurulu Başkanvekili Ayhan Baran ise, küresel ısınmadan kaynaklanan sebeplerden dolayı Ege'deki bazı yörelerde zeytinyağının asit ve delta 7 değerlerinde farklılıklar yaşandığını doğruladı. Üreticilerden ve firmalardan gelen talebin Ulusal Zeytin ve Zeytinyağı Konseyi'nin Teknik Komitesi'nde değerlendirildiğini ifade eden Baran, "Söz konusu olan gıda kodeksinin değiştirilmesi değil, bu sezona özgü bir tolerans. Telaş edecek bir durum yok. Dış piyasalar açısından da bir sorun yaşanmaz" dedi.
Baran, bölgelerden alınacak zeytinyağı örneklerinin analiz edileceğini, buna göre bir değişiklik gerekiyorsa Tarım ve Köyişleri Bakanlığı'na başvurulacağını söyledi.
Öte yandan, Ege Zeytin ve Zeytinyağı İhracatçıları Birliği yönetim kurulu, zeytin ve zeytinyağı ihracatında Dahilde İşleme Rejimi (DİR) kapsamında ithalat yapılması taleplerinin devam ettiğini, bu konuda bazı kurumların kamuoyuna yanıltıcı bilgi verdiğini açıkladı.
Thursday, December 25, 2008
EZZİB’İN DAHİLDE İŞLEME REJİMİ (DİR) TALEBİ DEVAM EDİYOR
EGE ZEYTİN VE ZEYTİNYAĞI İHRACATÇILARI BİRLİĞİ YÖNETİM KURULU
25 Aralık 2008,Perş.
Ege Zeytin ve Zeytinyağı İhracatçıları Birliği 22 Aralık’ta yaptığı yönetim kurulu toplantısında EZZİB üyelerine uygulanması planlanan Dahilde İşleme Rejiminde (DİR) en az yüzde 50 yerli mal kullanımı dışındaki diğer kısıtlayıcı maddeler ve süre kısıtlamasını kabul etmeyerek DİR’in sürekli bir şekilde sektörde uygulanması talebine devam etme kararı almıştır.
EZZİB kamuoyuna defaatle bildirdiği haklı taleplerinden dolayı zeytin ve zeytinyağı ihracatında DİR talebini devam ettirmektedir. Bu talebimizi geri çekecek veya öteleyecek herhangi olumlu bir gelişme olmadığı gibi özellikle zeytinyağı ihracatı önce 90 bin tonlardan 38 bin tona, bu sene de 10 bin tonlara inmiştir.
Markalı ihracatın artmasını isteyen sektörün bir kesiminin markalı ihracatın en önemli unsuru olan DİR’e karşı çıkması anlaşılamamaktadır. Biz Yönetim Kurulu olarak prensipte zeytin ve zeytinyağı ihracatıyla alakası olmadığı halde bu konuda hemen hemen her gün beyanat veren kişi ve kurumları muhatap almamakla birlikte, kamuoyuna yanıltıcı bilgi verdiklerini düşünmekteyiz.
İç piyasa oligopolünü destekleyen bu kişi ve kurumların ihracat ile ilgili beyanat vermesi ve piyasada oluşan bazı gelişmelerin kendi inisiyatifinde olduğunu vurgulaması ihracattan geçinen üyelerimizin tepkilerine yol açmaktadır.
Sektörde birçok konuda muktedir olduğunu vurgulamak dışında hiçbir somut icraatı olmayan yarı sivil toplum kuruluşları üreticiye alınan primde yaptıkları büyük konuşmanın ardından AB çiftçisinin aldığı primin 10’da 1’inden daha azına razı olmuşlardır.
İspanyol kooperatiflerine, Yunan Ticaret odalarına destek vermek için gönüllü olan şahıs ve kurumlar umarız iyi ilişkilerini devam ettirirler ve yakın bir gelecekte oluşacak ilk yüksek rekoltemizde oluşacak satış zorluğunda Türk üreticisine destek için bu kurumlardan yardım talep ederler.
Dünya zeytin ve zeytinyağı piyasaları ve fiyat yapılarından bihaber olan bu şahıs ve kurumların popülist söylemleri ile ülkemiz zaman kaybederken zeytin ve zeytinyağında rakibimiz olduğunu zannetiğimiz İtalya, İspanya ve Yunanistan’ın dökme yağ deposu olarak bilinen Tunus’un dahi ABD ambalajlı yağ pazarında Türkiye’nin iki katı pazar payına sahip konuma gelmiş olduğunu biliyorlar mı?
Bizler, kendi üyelerimizin haklı taleplerini savunmaya, tanıtacak miktarda ve kalitede malımız olmasa da kendi üyelerimizin verdiği kaynaklarla zeytin ve zeytinyağını tanıtmaya devam edeceğiz.
Orkide'den margarine 15 milyon euroluk yatırım
Referans
25 Aralık 2008,Perş.
Orkide Yağları'nın üreticisi Küçükbay AŞ, 15 milyon euroluk yatırımla margarin üretimini geliştirmeyi planlıyor. Yatırım şirkete, enerji maliyetlerinde yüzde 25-30 tasarruf sağlayacak.
Orkide markalı yağları üreten Küçükbay AŞ, yeni yıla 15 milyon euroluk yatırımla adım atıyor. Yeni yatırımla sıvı yağ sektöründe ambalajlama ve dolum hatlarının yeni kuşak teknolojiyle modernizasyonu sağlanacak.
Orkide Yağları'nın Türkiye'de yıllık toplam 450 bin tonluk margarin sektörünün 350 bin tonluk bölümünü kapsayan endüstriyel pazarda atılım yapacağını belirten Endüstriyel Ürünler Müdürü İbrahim Şener, yeni yatırımla margarin üretimini önemli ölçüde geliştireceklerini kaydetti.
İdeal Orkide markasıyla "trans yağ içermeyen" (trans free) margarin üreten şirket, yeni teknolojiyle endüstriyel pazardaki ağırlığını ve ürün çeşitliliğini artırmayı planlıyor. Şirketten dün yapılan açıklamaya göre, 2009'un ilk aylarında tamamlanacak yatırım, şirkete enerji verimliliği konusunda önemli katkı yapacak ve enerji maliyetlerinde yüzde 25-30'a varan tasarruf sağlayacak. 80'in üzerinde ülkeye ihracat gerçekleştiren Orkide Yağları, bu yatırım sayesinde kalite standartlarını da yükseltecek. Orkide, ihracatta dış pazarda aranan en önemli kriterler arasında yer alan standart ağırlık, standart ambalaj, hassas ölçüm ve kontrol sistemlerinin en gelişmişini uygulamaya başlayacak, ihracattaki hızını artıracak.
Krizden çıkmanın formülü yatırım
Kriz ortamında yaptıkları milyonlarca euroluk yatırımla dikkatleri çeken Orkide Yağları Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Küçükbay, "Ekonomik krizin üretim, yatırım ve ihracat odaklı çalışılarak aşılabileceğine inandıklarını dile getirdi. Küçükbay, "Sadece sektörümüz değil ülke de bu formülle krizden çıkar. Grup olarak koşullar ne olursa olsun yatırım mantığı ile çalışıyoruz. Bu kriz de sona erecektir. Bu noktada önemli olan kriz sonrası potansiyelleri ve fırsatları yakalamak. Bunun yolu da ekonomik krize rağmen yatırımları durdurmamaktan geçiyor" dedi.
76 ülkeye ihracat
Ürünlerini yurtiçinde "Orkide" markasıyla yurtdışında da "Orkide" ve "Vera" markalarıyla satışa sunan Küçükbay AŞ, 76 ülkeye ihracat gerçekleştiriyor.
Küçükbay AŞ, yemeklik sıvı yağ üretiminin yanı sıra 2003 yılında margarin üretimine de başladı. Günlük 1000 ton rafine yağ, yıllık 250 bin ton sıvı yağ kapasitesi ile Türkiye'nin yıllık yağ üretim ihtiyacının yüzde 35'ini, sıvı yağ satışlarının ise yüzde 15'ini karşılayan Küçükbay AŞ, 250 çalışana sahip. Küçükbay AŞ, son 10 yıldır Türkiye'deki ilk 500 sanayi kuruluşu içinde yer alıyor.
25 Aralık 2008,Perş.
Orkide Yağları'nın üreticisi Küçükbay AŞ, 15 milyon euroluk yatırımla margarin üretimini geliştirmeyi planlıyor. Yatırım şirkete, enerji maliyetlerinde yüzde 25-30 tasarruf sağlayacak.
Orkide markalı yağları üreten Küçükbay AŞ, yeni yıla 15 milyon euroluk yatırımla adım atıyor. Yeni yatırımla sıvı yağ sektöründe ambalajlama ve dolum hatlarının yeni kuşak teknolojiyle modernizasyonu sağlanacak.
Orkide Yağları'nın Türkiye'de yıllık toplam 450 bin tonluk margarin sektörünün 350 bin tonluk bölümünü kapsayan endüstriyel pazarda atılım yapacağını belirten Endüstriyel Ürünler Müdürü İbrahim Şener, yeni yatırımla margarin üretimini önemli ölçüde geliştireceklerini kaydetti.
İdeal Orkide markasıyla "trans yağ içermeyen" (trans free) margarin üreten şirket, yeni teknolojiyle endüstriyel pazardaki ağırlığını ve ürün çeşitliliğini artırmayı planlıyor. Şirketten dün yapılan açıklamaya göre, 2009'un ilk aylarında tamamlanacak yatırım, şirkete enerji verimliliği konusunda önemli katkı yapacak ve enerji maliyetlerinde yüzde 25-30'a varan tasarruf sağlayacak. 80'in üzerinde ülkeye ihracat gerçekleştiren Orkide Yağları, bu yatırım sayesinde kalite standartlarını da yükseltecek. Orkide, ihracatta dış pazarda aranan en önemli kriterler arasında yer alan standart ağırlık, standart ambalaj, hassas ölçüm ve kontrol sistemlerinin en gelişmişini uygulamaya başlayacak, ihracattaki hızını artıracak.
Krizden çıkmanın formülü yatırım
Kriz ortamında yaptıkları milyonlarca euroluk yatırımla dikkatleri çeken Orkide Yağları Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Küçükbay, "Ekonomik krizin üretim, yatırım ve ihracat odaklı çalışılarak aşılabileceğine inandıklarını dile getirdi. Küçükbay, "Sadece sektörümüz değil ülke de bu formülle krizden çıkar. Grup olarak koşullar ne olursa olsun yatırım mantığı ile çalışıyoruz. Bu kriz de sona erecektir. Bu noktada önemli olan kriz sonrası potansiyelleri ve fırsatları yakalamak. Bunun yolu da ekonomik krize rağmen yatırımları durdurmamaktan geçiyor" dedi.
76 ülkeye ihracat
Ürünlerini yurtiçinde "Orkide" markasıyla yurtdışında da "Orkide" ve "Vera" markalarıyla satışa sunan Küçükbay AŞ, 76 ülkeye ihracat gerçekleştiriyor.
Küçükbay AŞ, yemeklik sıvı yağ üretiminin yanı sıra 2003 yılında margarin üretimine de başladı. Günlük 1000 ton rafine yağ, yıllık 250 bin ton sıvı yağ kapasitesi ile Türkiye'nin yıllık yağ üretim ihtiyacının yüzde 35'ini, sıvı yağ satışlarının ise yüzde 15'ini karşılayan Küçükbay AŞ, 250 çalışana sahip. Küçükbay AŞ, son 10 yıldır Türkiye'deki ilk 500 sanayi kuruluşu içinde yer alıyor.
Zeytinyağından margarin üretimi başlayabilir
Nur Demirok
Referans
25 Aralık 2008,Perşembe
Birkaç kez yazdım, yapay yöntemlerle katılaştırılan margarinler de bitkisel sıvı yağlardan üretilir diye. Bitkisel yağ ne demek? İçeriğinde kolesterol olmayan sağlığa yararlı yağ! Gelin görün ki bir margarinin sağlığa yararlı olması için katılaştırma (hidrojenasyon) sırasında "trans yağ asitleri" üretmemesi lazım. Şimdi yeni bir teknikle Türkiye'de de sağlıklı margarinler üretiliyor.
Yine de bazı margarinlerde "trans yağ içermez" ifadesi yok! Demek ki dikkatli olmak şart. "Trans yağ" içeren margarinler ve onlardan üretilen mamullerin sağlığa zararlı olduğu kesin. Bilinen konuyu tekrar etmeyeceğim. Son tıbbi araştırmalar "hidrojenasyon" sırasında oluşan trans izomerlerinin damar çeperinin morfolojik yapısını bozduğunu ve elastikiyetini ileri derecede azalttığını gösteriyor.
Sanayi yağlarının da temize çıkması lazım
Margarinciler de farkında ki bu "trans yağ" sorunu kızıştıkça orta vadede pazar etkilenecek. Raflarda verilen mesajlar bence yetmiyor; margarinle üretilen cips, bisküvi gibi mamullerde kullanılan sanayi yağlarının da temize çıkması şart! Kanaatimce burada iş yine "Mutfak Ürünleri ve Margarin Sanayicileri Derneği"ne(MÜMSAD) düşüyor.
MÜMSAD, özel tasarlayıp tescilini yaptırdığı "trans yağ içermez" logosunu yalnız kendi üyelerine kullandırıyor. Çok da başarılı bu konuda! Bilinçlenen tüketici bu logoyu gördükten sonra alıyor margarini.
Şimdi düşünüyorum da MÜMSAD örneğin unlu mamul üreticilerine de bir logo oluşturamaz mı? Trans yağ içermeyen hazır ürünleri kendi şemsiyesi altına alarak?
Şu bir gerçek ki, margarin üreticileri artık sıvı yağcıların karşısında daha güçlü! En azından tehdidi fırsata dönüştürmüş durumdalar. Bugün inovasyon konusunda ambalaj değiştirmekten başka hiçbir yeniliği yaratamamış zeytinyağı üreticileri de bu yarışta çok geride kaldılar.
Duyumlarıma göre bu yıl zeytinde "var yılı" yaşanacak. Mahsul epey bol! Zeytinyağı üreticileri mutat olduğu üzere yine margarincilere yüklenecek gibi. Hatırlayacaksınız Unilever, "Sana" ve "Becel" için zeytinyağı katılmış margarinleri piyasaya sürünce kıyamet kopmuştu.
Ben Unilever'de başarılı çalışmalar yapan Özgür Kölükfakı'yı dışarıdan bir gözlemci olarak çok takdir ederim. Nitekim kısa bir süre önce, yağ ve sos grubunun başına pazarlama direktörü olarak getirildi. Kendisinden bu konuda yeni sürprizler bekleyebiliriz.
Yanlış hatırlamıyorsam Hakan Behlil döneminde margarinin zeytinyağıyla takviyesi gerçekleşmiş; yeni ürünlere dörtte bir "Komili Zeytinyağı" eklenerek zeytinyağının sağlık motifi margarin paketlerine taşınmıştı. Şimdi bu yenilikçi olma misyonunu Kölükfakı devam ettiriyor.
Uzun zamandır süregelen margarinci zeytinyağcı gürültüsünün, aslında zeytinyağı dünyasındaki çok başlılıktan ve zeytinyağcıların her konuda birbirlerine muhalif olmasından kaynaklandığını düşünüyorum.
Zeytinyağında ambalaj dışında yenilik fikri yok
Zeytinyağı üreticisi işte yine zorda! Kendilerini zeytinyağcılığın duayeni sayanlar ile genç takım arasında ticari ve sınai kabuller açısından sürekli kavga var. İhracattan hükümet ilişkilerine, yenilikçi görüşlerden korumacı düşüncelere kadar sayılamayacak kadar ihtilaflı konu zeytinyağı sektörünü epey germiş durumda.
Şimdi düşünüyorum da örneğin Unilever tamamen zeytinyağından bir margarin üretirse ne olur? Zeytinyağcılar Unilever'le nasıl başa çıkacaklar? Zeytinyağcılara sorarsanız bu imkânsız! Tümüyle zeytinyağından margarin yapılması hem etik hem de teknik açıdan mümkün değil. Oysa Unilever şemsiyesi altındaki ünlü zeytinyağı markası "Bertolli" bu konuda oldukça aşamalar kaydetmiş. Avrupa'da sırf zeytinyağından sürülebilir formda başka markalar da gördüm.
Kısacası "zeytinyağında var yılı" yeni açılım ve rekabetleri gündeme getirebilir.
Sürülebilir zeytinyağından margarine doğru
Tümüyle zeytinyağından margarin yapmak (daha doğrusu zeytinyağını katı hale getirmek) bugünün teknik koşullarına göre pekâlâ mümkün. Eğer başarılabilirse Türkiye'de yeni bir kategori epey başarı kazanabilir. Şimdi çoğu ülkede zeytinyağını ekmeğin üstüne sürerek tereyağıyla rekabet moda olmuş durumda. Sürülebilir kıvamdaki zeytinyağını yanılmıyorsam tümüyle "hidrojenize" etmek de gerekmiyor. Yüzde 85 sızma zeytinyağı ile yüzde 15 "emulsifier vegetal mono glycerides" formülü geçerli. Bu grubun fesleğenlisi, limonlusu ve baharatlısı da var! Anlaşılan o ki yakında zeytinyağı modasında yeni açılımları, hatta zeytinyağından margarin üretimini bile görebileceğiz.
NOT DEFTERİ
Ampulü sayısız kez mükemmelleştirmek için çabalayıp sürekli başarısızlığa uğrayan Edison'a densizin biri sorar: "Üstat galiba on bininci başarısızlığa doğru yol alıyorsunuz! Daha ne bekliyorsunuz?" Edison cevap verir: "Hayır beklediğim filan yok, şimdi her defasında ampulü icat etmenin yeni bir yolunu keşfetmekle meşgulüm. Ama sonunda bulacağım ampulü mutlaka yakacağım!"
Referans
25 Aralık 2008,Perşembe
Birkaç kez yazdım, yapay yöntemlerle katılaştırılan margarinler de bitkisel sıvı yağlardan üretilir diye. Bitkisel yağ ne demek? İçeriğinde kolesterol olmayan sağlığa yararlı yağ! Gelin görün ki bir margarinin sağlığa yararlı olması için katılaştırma (hidrojenasyon) sırasında "trans yağ asitleri" üretmemesi lazım. Şimdi yeni bir teknikle Türkiye'de de sağlıklı margarinler üretiliyor.
Yine de bazı margarinlerde "trans yağ içermez" ifadesi yok! Demek ki dikkatli olmak şart. "Trans yağ" içeren margarinler ve onlardan üretilen mamullerin sağlığa zararlı olduğu kesin. Bilinen konuyu tekrar etmeyeceğim. Son tıbbi araştırmalar "hidrojenasyon" sırasında oluşan trans izomerlerinin damar çeperinin morfolojik yapısını bozduğunu ve elastikiyetini ileri derecede azalttığını gösteriyor.
Sanayi yağlarının da temize çıkması lazım
Margarinciler de farkında ki bu "trans yağ" sorunu kızıştıkça orta vadede pazar etkilenecek. Raflarda verilen mesajlar bence yetmiyor; margarinle üretilen cips, bisküvi gibi mamullerde kullanılan sanayi yağlarının da temize çıkması şart! Kanaatimce burada iş yine "Mutfak Ürünleri ve Margarin Sanayicileri Derneği"ne(MÜMSAD) düşüyor.
MÜMSAD, özel tasarlayıp tescilini yaptırdığı "trans yağ içermez" logosunu yalnız kendi üyelerine kullandırıyor. Çok da başarılı bu konuda! Bilinçlenen tüketici bu logoyu gördükten sonra alıyor margarini.
Şimdi düşünüyorum da MÜMSAD örneğin unlu mamul üreticilerine de bir logo oluşturamaz mı? Trans yağ içermeyen hazır ürünleri kendi şemsiyesi altına alarak?
Şu bir gerçek ki, margarin üreticileri artık sıvı yağcıların karşısında daha güçlü! En azından tehdidi fırsata dönüştürmüş durumdalar. Bugün inovasyon konusunda ambalaj değiştirmekten başka hiçbir yeniliği yaratamamış zeytinyağı üreticileri de bu yarışta çok geride kaldılar.
Duyumlarıma göre bu yıl zeytinde "var yılı" yaşanacak. Mahsul epey bol! Zeytinyağı üreticileri mutat olduğu üzere yine margarincilere yüklenecek gibi. Hatırlayacaksınız Unilever, "Sana" ve "Becel" için zeytinyağı katılmış margarinleri piyasaya sürünce kıyamet kopmuştu.
Ben Unilever'de başarılı çalışmalar yapan Özgür Kölükfakı'yı dışarıdan bir gözlemci olarak çok takdir ederim. Nitekim kısa bir süre önce, yağ ve sos grubunun başına pazarlama direktörü olarak getirildi. Kendisinden bu konuda yeni sürprizler bekleyebiliriz.
Yanlış hatırlamıyorsam Hakan Behlil döneminde margarinin zeytinyağıyla takviyesi gerçekleşmiş; yeni ürünlere dörtte bir "Komili Zeytinyağı" eklenerek zeytinyağının sağlık motifi margarin paketlerine taşınmıştı. Şimdi bu yenilikçi olma misyonunu Kölükfakı devam ettiriyor.
Uzun zamandır süregelen margarinci zeytinyağcı gürültüsünün, aslında zeytinyağı dünyasındaki çok başlılıktan ve zeytinyağcıların her konuda birbirlerine muhalif olmasından kaynaklandığını düşünüyorum.
Zeytinyağında ambalaj dışında yenilik fikri yok
Zeytinyağı üreticisi işte yine zorda! Kendilerini zeytinyağcılığın duayeni sayanlar ile genç takım arasında ticari ve sınai kabuller açısından sürekli kavga var. İhracattan hükümet ilişkilerine, yenilikçi görüşlerden korumacı düşüncelere kadar sayılamayacak kadar ihtilaflı konu zeytinyağı sektörünü epey germiş durumda.
Şimdi düşünüyorum da örneğin Unilever tamamen zeytinyağından bir margarin üretirse ne olur? Zeytinyağcılar Unilever'le nasıl başa çıkacaklar? Zeytinyağcılara sorarsanız bu imkânsız! Tümüyle zeytinyağından margarin yapılması hem etik hem de teknik açıdan mümkün değil. Oysa Unilever şemsiyesi altındaki ünlü zeytinyağı markası "Bertolli" bu konuda oldukça aşamalar kaydetmiş. Avrupa'da sırf zeytinyağından sürülebilir formda başka markalar da gördüm.
Kısacası "zeytinyağında var yılı" yeni açılım ve rekabetleri gündeme getirebilir.
Sürülebilir zeytinyağından margarine doğru
Tümüyle zeytinyağından margarin yapmak (daha doğrusu zeytinyağını katı hale getirmek) bugünün teknik koşullarına göre pekâlâ mümkün. Eğer başarılabilirse Türkiye'de yeni bir kategori epey başarı kazanabilir. Şimdi çoğu ülkede zeytinyağını ekmeğin üstüne sürerek tereyağıyla rekabet moda olmuş durumda. Sürülebilir kıvamdaki zeytinyağını yanılmıyorsam tümüyle "hidrojenize" etmek de gerekmiyor. Yüzde 85 sızma zeytinyağı ile yüzde 15 "emulsifier vegetal mono glycerides" formülü geçerli. Bu grubun fesleğenlisi, limonlusu ve baharatlısı da var! Anlaşılan o ki yakında zeytinyağı modasında yeni açılımları, hatta zeytinyağından margarin üretimini bile görebileceğiz.
NOT DEFTERİ
Ampulü sayısız kez mükemmelleştirmek için çabalayıp sürekli başarısızlığa uğrayan Edison'a densizin biri sorar: "Üstat galiba on bininci başarısızlığa doğru yol alıyorsunuz! Daha ne bekliyorsunuz?" Edison cevap verir: "Hayır beklediğim filan yok, şimdi her defasında ampulü icat etmenin yeni bir yolunu keşfetmekle meşgulüm. Ama sonunda bulacağım ampulü mutlaka yakacağım!"
Wednesday, December 24, 2008
BAFA’NIN DOĞUSUNDAN HABER VAR; ARTIK KARA SULAR BAFA’YA İNMEYECEK...
EKODOSD
EKOSİSTEMİ KORUMA VE DOĞA SEVENLER DERNEĞİ
KUŞADASI
24 Aralık 2008,Çarş.
Binlerce yıldır insanlara lezzet dağıtan, şifa sunan, şairlerin dizelerine konu olan bir ağaç türü var ; Zeytin...
Savaşlarda silah olarak, barışta başa taç olarak kullanılan zeytinin, dalından, yaprağından, çekirdeğinden yararlanmış insanoğlu.
Zeytin günümüzde de en çok değer verilen ve sevilen bir ağaç türüdür.
Türkiye’de en fazla zeytin ağacı varlığına sahip iller olan Aydın ve Muğla ilçelerine bağlı köylerin en büyük geçim kaynağı zeytintir.
Zeytinin olduğu her yerde, zeytinyağı ve pirina fabrikaları kurulmuştur. Bafa Gölü’nün çevresi zeytin ağaçlarıyla dolu olduğu için, bölgede birçok zeytinyağı fabrikası bulunmaktadır.
Bafa Gölü çevresinde Çamiçi Beldesi’nde 4 , Pınarcık Köyü’nde 3, Gölyaka Köyü’nde 1, Çeri’nin yerinde 1, Dalyan Mevkiinde de 1 tane Zeytinyağı fabrikası vardır.
Geçtiğimiz yıllarda bu zeytinyağı fabrikaları, zeytin mevsiminde sıktıkları yağdan sonra çıkan zeytin kara atık sularını direk olarak doğaya bırakmaktaydı.
Geçmiş olduğu yerdeki toprağı, suyu ve bitkileri siyaha boyayan kara atık sular, dereler vasıtasıyla Bafa Gölü’ne gitmekteydi.
Gölün ekolojisini olumsuz etkileyen kara atık sular, hem bitki çeşitliliğini hem de gölde yaşayan canlıların ölmesine neden olmaktaydı. Kara atık suyun karıştığı göl, simsiyah bir renge bürünerek, çevreye ağır ve kötü bir koku yaymaktaydı.
Ülkemizin ve zeytin üretimi yapan Akdeniz ülkelerinin büyük bir çevre sorunu olan kara atık sular, evsel atıklardan 200 kat daha zehirli olduğu, karıştığı suda oksijeni tükettiği ve canlılara yaşama hakkı tanımadığı, yeraltı sularını bile zehirlediği bilim adamları tarafından açıklanmıştır.
Bafa Gölü’ne salınan kara atık sular için, ilgili kurumları sürekli olarak uyarmış ve medya vasıtasıyla da konuyu kamuoyuyla defalarca paylaşmıştık.
Bafa Gölü’nün önemli kirleticileri arasında bulunan zeytin kara atık suları için, çevre koruma ve atık yönetmeliği yasası ile doğaya salıverilmesi yasaklandığından, Çevre ve Orman Bakanlığı yetkilileri zeytinyağı fabrikalarını denetleyerek, kara atık suların doğaya salınmaması konusunda üreticileri uyarmıştır.
Zeytinyağı fabrikalarından, gölün hemen yanıbaşında bulunan Çeri Kontini Sistem Zeytinyağı Fabrikası’nda incelemelerde bulunduk. Fabrikanın ortaklarından Yalçın KOCAKAYA “ Zeytin kara atık suları kademeli olarak çökertme havuzlarından geçerek, büyük havuza geçmektedir.
Çökertme havuzlarından da, büyük havuza geçmektedir. Çevre Yasası uyarınca kapasitemize göre 1125 tonluk olması gereken havuzu, daha büyük inşa ederek 1300 tonluk yaptırdık.
Taban sızdırmasız maddeyle kaplandığından, karasuyun bir damlası bile doğaya bırakılmamaktadır. Kara sular büyük havuzda birikerek buharlaşacak, dipte kalan tortuyu da işleyerek yakıt maddesi olarak kullanacağız.
Sadece zeytin kara atık sularını değil, aynı zamanda zeytin yıkama suları ve pirinadan sızan suları da büyük havuza yönelttik. Biz bu konuda çok hassas davranıyoruz. Çünkü yan tarafta bulunan turistik tesislerde bize ait. Biz turizmden de ekmek yiyoruz. Gölün temiz olması, turizmin geleceğini yakından ilgilendirmektedir. Gölün genel kirliliği nedeniyle, yazın yaşanan kokudan turistler gelmez oldu. Acentalar bize yaptıkları turları iptal ettiler. En verimli aylarda iş yapamaz olduk. Turist gölün kıyısına gitmek, suyun yanında oturmak istiyor, ancak kokuyu görünce kaçıyor.
Bölgemizdeki tüm fabrikalar, bizim gibi sızdırmasız havuzlarını yaptılar. Gölün kara atık suları ile sorunu artık bitti. Gölü kirleten tek unsur zeytin kara atık suları değildir. Kirliliği neden olan birçok faktör bulunmaktadır. Ekodosd’un bildirilerinde de bunu sık sık görüyoruz. Gölün doğusunda kara atık su problemi kalkmıştır. Yetkililer Menderes Nehri’ne kara atık su salınmasını da yasaklamalıdır. Bu göl ülkemizin en güzel gölüdür. Gölün eski günlerine dönmesini umut ediyoruz. Hem turizminden, hem zeytininden, hem de balığından ekmek yediğimiz göle biz de sahip çıkıyoruz. Çünkü çocuklarımızın geleceği göle bağlı. ”
Bafa Gölü’nün doğu kısmında yaşanan zeytin kara atık sularından yaşanan çevre kirliliği için, göle akan derelerde yaptığımız araştırmalarda bu yıl kara atık suların olmadığını gördük. Bu gölün geleceğiyle ilgili sevindirici bir gelişmedir. Bundan sonra da göle direk ya da dolaylı yoldan kirletenlerin gerekli hassasiyeti mutlaka göstermeleri gerektiğini düşünüyoruz.
Hem göl kıyısında bulunan, hem de Büyük Menderes Nehri boyunca göldeki ekolojik dengeyi tehdit eden sanayi kuruluşları ve işletmeler, tehlikenin boyutlarını görerek arıtma tesislerini kurup, gölün yaşaması için gerekli önlemleri mutlaka almalıdır.
Doğasıyla, tarihiyle, kültürüyle, kuşlarıyla, mitolojik efsaneleriyle Türkiye’nin en güzel gölüne sahip çıkalım.
Bafa Gölü, Ege denizi’nin bizlere karada bıraktığı tek mirastır.
Bu antik çağların mirasını hep birlikte koruyalım.
Tuesday, December 23, 2008
İspanya’daki zeytinyağı karteliyle savaşa Türk üreticiler de katılıyor
Radikal
23/12/2008
Dünya zeytinyağı piyasasına yön veren İspanya Endülüs bölgesindeki kooperatifler kartelleşen dolum şirketlerine savaş açtı. Tariş’ten Cahit Çetin, İspanya’daki kooperatiflere destek için bu ülkeye gideceğini açıkladı
İZMİR - Dünyada zeytinyağı piyasasını belirleyen İspanya’da dolum şirketleri ile zeytin ve yağı üreticileri arasında başlayan mücadeleye, Türkiye’deki kooperatiflerden de destek geldi.
Türkiye’nin en büyük zeytinyağı kooperatifleri birliği olan Tariş Zeytin ve Zeytinyağı Birliği’nin Yönetim Kurulu Başkanı Cahit Çetin, İspanya’daki kooperatiflere destek olmak amacıyla bu ülkeye gideceğini açıkladı.
‘Üretici gücünü yitiriyor’
Çetin, dünya zeytinyağı üretiminin yarıya yakın bölümünü gerçekleştiren İspanya’nın tüm dünyada zeytinyağı fiyatlarının belirlenmesinde en etkili ülke olduğuna dikkati çekti.
Bu ülkede üretimin yüzde 70’inin kooperatifler kanalıyla yapıldığını, üreticinin güçlü bir konuma sahip olduğunu belirten Çetin, son yıllarda sektörün sanayici kesimi olarak tanımlanan dolum şirketlerinin satın alma ve birleşmelerle kartelleştiğini söyledi.
‘Yüzde 60’ı ellerine geçti’
Çetin, son operasyonlarla İspanya’da pazarın yüzde 60’ını altı dolumcu firmanın yönlendirir duruma geldiğini, bu şirketlerin üreticilere ‘fiyatları düşürün’ baskısında bulunduğunu ifade etti.
Bu nedenle şu anda dünya piyasasında zeytinyağı ton fiyatlarının 2 bin avronun altına düşme eğilimi gösterdiğini kaydeden Çetin, şu bilgileri verdi:
“Bu durum tüm zeytinyağı üreticileri için ortak bir tehdittir. Buna karşı İspanya’daki yaklaşık 200 kooperatif bir araya gelerek ortak hareket etme kararı aldı. Kooperatifler Cecasa isimli girişim aracılığıyla 300 bin tonluk ürünün tek elden yönetilmesini ve ortak fiyat deklarasyonunu kabul etti.
Ayrıca, buradaki kooperatifler Akdeniz’deki tüm üreticileri de mücadeleye çağırıyor. Bu girişimlere kardeş kooperatifimiz Oleoestepa aracılığıyla desteğimizi beyan ettik.
Ayrıca, önümüzdeki günlerde yapılacak kooperatifler ortak toplantısına katılarak burada da desteğimizi açıklayacağız. Akdeniz çanağındaki üreticiler birleşmezse sonları felaket olacak.”
‘Türkiye’de de baskı var’
İspanya’da Endülüs bölgesindeki bu gelişmelerin Türkiye’deki üretici bölgeleri de yakından ilgilendirdiğine dikkati çeken Çetin, bu ülkede oluşan kartellerin tedarikçileri aracılığıyla tüm dünyada fiyat düşürme baskısı yaptığını savundu. Çetin, Türkiye’de de bazı ihracatçıların Dahilde İşleme Rejimi (DİR-sadece ihracat yapmak için gümrük vergisi avantajıyla hammadde yada aramadde ithalatı yapmak) kapsamında ithalat için hükümete baskı yaptığını, böylelikle fiyatların baskı altında tutulmasının amaçlandığını kaydederek, sözlerini şöyle sürdürdü:
“İspanya’daki oligopollerin fiyatları baskı altında tutma politikası, Türkiye’de de DİR kapsamında ithalat talepleriyle uygulanmaya çalışılıyor. Türkiye gibi yeterli kalitede ve miktarda ürünü bulunan ve iç tüketimi belli bir sınırda kalan bir ülkenin ithalat yapmasının hiçbir anlamı olmamasına rağmen bu seçenek hep gündemde tutularak fiyatlara baskı yapılıyor. Türkiye’de iş yapan tedarikçilerin İspanya’da süren mücadele ve orada uygulanan politikalardan haberdar olmaması mümkün değil. İspanya’da kooperatiflerin bu konuda başarı sağlaması Türkiye’deki üreticilerin üzerindeki baskıyı da kaldıracaktır.”
Yerli malı çağrıları
Türkiye’nin toplam ihracatının yüzde 70’inin DİR kapsamında ithalatla gerçekleştiğini kaydeden Çetin, bunun global krizin yaşandığı ekonomi için çok büyük risk olduğunu, bu dönemde sistemin tekrar gözden geçirilmesi gerektiğini söyledi. Kriz dönemlerinde tüm ekonomilerin yerli üretimi ön plana çıkarmaya çalıştığını, Türkiye’de de iş dünyasından bu yönde çağrılar duyulmaya başlandığını anlatan Çetin, ihracatçıların da bu yönde taleplerinin bulunmasının sevindirici olduğunu kaydetti. Çetin, Ege İhracatçı Birlikleri Başkanlar Kurulu Başkanı Mustafa Türkmenoğlu’nun yerli malı tüketimi çağrısında bulunduğunu, bu çağrılara gönülden destek verdiklerini ifade ederek, “Yerli Malı Haftası artık bir nostalji olmaktan öte ulusal bir duruşun ifadesi olmalıdır. Krizin etkilerini azaltmanın tek yolu kendi değerlerine, üreticisine ve mallarına dönmektir” diye konuştu. (aa)
23/12/2008
Dünya zeytinyağı piyasasına yön veren İspanya Endülüs bölgesindeki kooperatifler kartelleşen dolum şirketlerine savaş açtı. Tariş’ten Cahit Çetin, İspanya’daki kooperatiflere destek için bu ülkeye gideceğini açıkladı
İZMİR - Dünyada zeytinyağı piyasasını belirleyen İspanya’da dolum şirketleri ile zeytin ve yağı üreticileri arasında başlayan mücadeleye, Türkiye’deki kooperatiflerden de destek geldi.
Türkiye’nin en büyük zeytinyağı kooperatifleri birliği olan Tariş Zeytin ve Zeytinyağı Birliği’nin Yönetim Kurulu Başkanı Cahit Çetin, İspanya’daki kooperatiflere destek olmak amacıyla bu ülkeye gideceğini açıkladı.
‘Üretici gücünü yitiriyor’
Çetin, dünya zeytinyağı üretiminin yarıya yakın bölümünü gerçekleştiren İspanya’nın tüm dünyada zeytinyağı fiyatlarının belirlenmesinde en etkili ülke olduğuna dikkati çekti.
Bu ülkede üretimin yüzde 70’inin kooperatifler kanalıyla yapıldığını, üreticinin güçlü bir konuma sahip olduğunu belirten Çetin, son yıllarda sektörün sanayici kesimi olarak tanımlanan dolum şirketlerinin satın alma ve birleşmelerle kartelleştiğini söyledi.
‘Yüzde 60’ı ellerine geçti’
Çetin, son operasyonlarla İspanya’da pazarın yüzde 60’ını altı dolumcu firmanın yönlendirir duruma geldiğini, bu şirketlerin üreticilere ‘fiyatları düşürün’ baskısında bulunduğunu ifade etti.
Bu nedenle şu anda dünya piyasasında zeytinyağı ton fiyatlarının 2 bin avronun altına düşme eğilimi gösterdiğini kaydeden Çetin, şu bilgileri verdi:
“Bu durum tüm zeytinyağı üreticileri için ortak bir tehdittir. Buna karşı İspanya’daki yaklaşık 200 kooperatif bir araya gelerek ortak hareket etme kararı aldı. Kooperatifler Cecasa isimli girişim aracılığıyla 300 bin tonluk ürünün tek elden yönetilmesini ve ortak fiyat deklarasyonunu kabul etti.
Ayrıca, buradaki kooperatifler Akdeniz’deki tüm üreticileri de mücadeleye çağırıyor. Bu girişimlere kardeş kooperatifimiz Oleoestepa aracılığıyla desteğimizi beyan ettik.
Ayrıca, önümüzdeki günlerde yapılacak kooperatifler ortak toplantısına katılarak burada da desteğimizi açıklayacağız. Akdeniz çanağındaki üreticiler birleşmezse sonları felaket olacak.”
‘Türkiye’de de baskı var’
İspanya’da Endülüs bölgesindeki bu gelişmelerin Türkiye’deki üretici bölgeleri de yakından ilgilendirdiğine dikkati çeken Çetin, bu ülkede oluşan kartellerin tedarikçileri aracılığıyla tüm dünyada fiyat düşürme baskısı yaptığını savundu. Çetin, Türkiye’de de bazı ihracatçıların Dahilde İşleme Rejimi (DİR-sadece ihracat yapmak için gümrük vergisi avantajıyla hammadde yada aramadde ithalatı yapmak) kapsamında ithalat için hükümete baskı yaptığını, böylelikle fiyatların baskı altında tutulmasının amaçlandığını kaydederek, sözlerini şöyle sürdürdü:
“İspanya’daki oligopollerin fiyatları baskı altında tutma politikası, Türkiye’de de DİR kapsamında ithalat talepleriyle uygulanmaya çalışılıyor. Türkiye gibi yeterli kalitede ve miktarda ürünü bulunan ve iç tüketimi belli bir sınırda kalan bir ülkenin ithalat yapmasının hiçbir anlamı olmamasına rağmen bu seçenek hep gündemde tutularak fiyatlara baskı yapılıyor. Türkiye’de iş yapan tedarikçilerin İspanya’da süren mücadele ve orada uygulanan politikalardan haberdar olmaması mümkün değil. İspanya’da kooperatiflerin bu konuda başarı sağlaması Türkiye’deki üreticilerin üzerindeki baskıyı da kaldıracaktır.”
Yerli malı çağrıları
Türkiye’nin toplam ihracatının yüzde 70’inin DİR kapsamında ithalatla gerçekleştiğini kaydeden Çetin, bunun global krizin yaşandığı ekonomi için çok büyük risk olduğunu, bu dönemde sistemin tekrar gözden geçirilmesi gerektiğini söyledi. Kriz dönemlerinde tüm ekonomilerin yerli üretimi ön plana çıkarmaya çalıştığını, Türkiye’de de iş dünyasından bu yönde çağrılar duyulmaya başlandığını anlatan Çetin, ihracatçıların da bu yönde taleplerinin bulunmasının sevindirici olduğunu kaydetti. Çetin, Ege İhracatçı Birlikleri Başkanlar Kurulu Başkanı Mustafa Türkmenoğlu’nun yerli malı tüketimi çağrısında bulunduğunu, bu çağrılara gönülden destek verdiklerini ifade ederek, “Yerli Malı Haftası artık bir nostalji olmaktan öte ulusal bir duruşun ifadesi olmalıdır. Krizin etkilerini azaltmanın tek yolu kendi değerlerine, üreticisine ve mallarına dönmektir” diye konuştu. (aa)
Zeytinyağında küresel dayanışma
A.A
22 Aralık 2008,Pazartesi
Zeytinyağı fiyatının düşüşüne karşı küresel olarak dayanışma gerçekleştiriliyor
22 Aralık 2008 Pazartesi, 10:49
Dünyada zeytinyağı piyasasını belirleyen İspanya'da dolum şirketleri ile üreticiler arasında başlayan mücadeleye, Türkiye'deki kooperatiflerden de destek geldi.
Türkiye'nin en büyük zeytinyağı kooperatifleri birliği olan Tariş Zeytin ve Zeytinyağı Birliği'nin Yönetim Kurulu Başkanı Cahit Çetin, İspanya'daki kooperatiflere destek olmak amacıyla bu ülkeye gideceğini açıkladı.
AA muhabirine açıklamalarda bulunan Çetin, dünya zeytinyağı üretiminin yarıya yakın bölümünü gerçekleştiren İspanya'nın tüm dünyada zeytinyağı fiyatlarının belirlenmesinde en etkili ülke olduğuna dikkati çekti.
Bu ülkede üretimin yüzde 70'inin kooperatifler kanalıyla yapıldığını, üreticinin güçlü bir konuma sahip olduğunu belirten Çetin, son yıllarda sektörün sanayici kesimi olarak tanımlanan dolum şirketlerinin satın alma ve birleşmelerle kartelleştiğini söyledi.
Çetin, son operasyonlarla İspanya'da pazarın yüzde 60'ını 6 dolumcu firmanın yönlendirir duruma geldiğini, bu şirketlerin üreticilere ''fiyatları düşürün'' baskısında bulunduğunu ifade etti.
Bu nedenle şu anda dünya piyasasında zeytinyağı ton fiyatlarının 2 bin avronun altına düşme eğilimi gösterdiğini kaydeden Çetin, şu bilgileri verdi:
''Bu durum tüm zeytinyağı üreticileri için ortak bir tehdittir. Buna karşı İspanya'daki yaklaşık 200 kooperatif bir araya gelerek ortak hareket etme kararı aldı. Kooperatifler Cecasa isimli girişim aracılığıyla 300 bin tonluk ürünün tek elden yönetilmesini ve ortak fiyat deklarasyonunu kabul etti.
Ayrıca, buradaki kooperatifler Akdeniz'deki tüm üreticileri de mücadeleye çağırıyor. Bu girişimlere kardeş kooperatifimiz Oleoestepa aracılığıyla desteğimizi beyan ettik. Ayrıca, önümüzdeki günlerde yapılacak kooperatifler ortak toplantısına katılarak burada da desteğimizi açıklayacağız. Akdeniz çanağındaki üreticiler birleşmezse sonları felaket olacak.''
TÜRKİYE'YE ETKİSİ
İspanya'da Endülüs bölgesindeki bu gelişmelerin Türkiye'deki üretici bölgeleri de yakından ilgilendirdiğine dikkati çeken Çetin, bu ülkede oluşan kartellerin tedarikçileri aracılığıyla tüm dünyada fiyat düşürme baskısı yaptığını savundu.
Çetin, Türkiye'de de bazı ihracatçıların Dahilde İşleme Rejimi (DİR) kapsamında ithalat için hükümete baskı yaptığını, böylelikle fiyatların baskı altında tutulmasının amaçlandığını kaydederek, sözlerini şöyle sürdürdü:
''İspanya'daki oligopollerin fiyatları baskı altında tutma politikası, Türkiye'de de DİR kapsamında ithalat talepleriyle uygulanmaya çalışılıyor. Türkiye gibi yeterli kalitede ve miktarda ürünü bulunan ve iç tüketimi belli bir sınırda kalan bir ülkenin ithalat yapmasının hiçbir anlamı olmamasına rağmen bu seçenek hep gündemde tutularak fiyatlara baskı yapılıyor.
Türkiye'de iş yapan tedarikçilerin İspanya'da süren mücadele ve orada uygulanan politikalardan haberdar olmaması mümkün değil. İspanya'da kooperatiflerin bu konuda başarı sağlaması Türkiye'deki üreticilerin üzerindeki baskıyı da kaldıracaktır.''
YERLİ MALI KULLANMA ÇAĞRILARI
Türkiye'nin toplam ihracatının yüzde 70'inin DİR kapsamında ithalatla gerçekleştiğini kaydeden Çetin, bunun global krizin yaşandığı ekonomi için çok büyük risk olduğunu, bu dönemde sistemin tekrar gözden geçirilmesi gerektiğini söyledi.
Kriz dönemlerinde tüm ekonomilerin yerli üretimi ön plana çıkarmaya çalıştığını, Türkiye'de de iş dünyasından bu yönde çağrılar duyulmaya başlandığını anlatan Çetin, ihracatçıların da bu yönde taleplerinin bulunmasının sevindirici olduğunu kaydetti.
Çetin, Ege İhracatçı Birlikleri Başkanlar Kurulu Başkanı Mustafa Türkmenoğlu'nun yerli malı tüketimi çağrısında bulunduğunu, bu çağrılara gönülden destek verdiklerini ifade ederek, ''Yerli malı haftası artık bir nostalji olmaktan öte ulusal bir duruşun ifadesi olmalıdır. Krizin etkilerini azaltmanın tek yolu kendi değerlerine, üreticisine ve mallarına dönmektir'' diye konuştu.
22 Aralık 2008,Pazartesi
Zeytinyağı fiyatının düşüşüne karşı küresel olarak dayanışma gerçekleştiriliyor
22 Aralık 2008 Pazartesi, 10:49
Dünyada zeytinyağı piyasasını belirleyen İspanya'da dolum şirketleri ile üreticiler arasında başlayan mücadeleye, Türkiye'deki kooperatiflerden de destek geldi.
Türkiye'nin en büyük zeytinyağı kooperatifleri birliği olan Tariş Zeytin ve Zeytinyağı Birliği'nin Yönetim Kurulu Başkanı Cahit Çetin, İspanya'daki kooperatiflere destek olmak amacıyla bu ülkeye gideceğini açıkladı.
AA muhabirine açıklamalarda bulunan Çetin, dünya zeytinyağı üretiminin yarıya yakın bölümünü gerçekleştiren İspanya'nın tüm dünyada zeytinyağı fiyatlarının belirlenmesinde en etkili ülke olduğuna dikkati çekti.
Bu ülkede üretimin yüzde 70'inin kooperatifler kanalıyla yapıldığını, üreticinin güçlü bir konuma sahip olduğunu belirten Çetin, son yıllarda sektörün sanayici kesimi olarak tanımlanan dolum şirketlerinin satın alma ve birleşmelerle kartelleştiğini söyledi.
Çetin, son operasyonlarla İspanya'da pazarın yüzde 60'ını 6 dolumcu firmanın yönlendirir duruma geldiğini, bu şirketlerin üreticilere ''fiyatları düşürün'' baskısında bulunduğunu ifade etti.
Bu nedenle şu anda dünya piyasasında zeytinyağı ton fiyatlarının 2 bin avronun altına düşme eğilimi gösterdiğini kaydeden Çetin, şu bilgileri verdi:
''Bu durum tüm zeytinyağı üreticileri için ortak bir tehdittir. Buna karşı İspanya'daki yaklaşık 200 kooperatif bir araya gelerek ortak hareket etme kararı aldı. Kooperatifler Cecasa isimli girişim aracılığıyla 300 bin tonluk ürünün tek elden yönetilmesini ve ortak fiyat deklarasyonunu kabul etti.
Ayrıca, buradaki kooperatifler Akdeniz'deki tüm üreticileri de mücadeleye çağırıyor. Bu girişimlere kardeş kooperatifimiz Oleoestepa aracılığıyla desteğimizi beyan ettik. Ayrıca, önümüzdeki günlerde yapılacak kooperatifler ortak toplantısına katılarak burada da desteğimizi açıklayacağız. Akdeniz çanağındaki üreticiler birleşmezse sonları felaket olacak.''
TÜRKİYE'YE ETKİSİ
İspanya'da Endülüs bölgesindeki bu gelişmelerin Türkiye'deki üretici bölgeleri de yakından ilgilendirdiğine dikkati çeken Çetin, bu ülkede oluşan kartellerin tedarikçileri aracılığıyla tüm dünyada fiyat düşürme baskısı yaptığını savundu.
Çetin, Türkiye'de de bazı ihracatçıların Dahilde İşleme Rejimi (DİR) kapsamında ithalat için hükümete baskı yaptığını, böylelikle fiyatların baskı altında tutulmasının amaçlandığını kaydederek, sözlerini şöyle sürdürdü:
''İspanya'daki oligopollerin fiyatları baskı altında tutma politikası, Türkiye'de de DİR kapsamında ithalat talepleriyle uygulanmaya çalışılıyor. Türkiye gibi yeterli kalitede ve miktarda ürünü bulunan ve iç tüketimi belli bir sınırda kalan bir ülkenin ithalat yapmasının hiçbir anlamı olmamasına rağmen bu seçenek hep gündemde tutularak fiyatlara baskı yapılıyor.
Türkiye'de iş yapan tedarikçilerin İspanya'da süren mücadele ve orada uygulanan politikalardan haberdar olmaması mümkün değil. İspanya'da kooperatiflerin bu konuda başarı sağlaması Türkiye'deki üreticilerin üzerindeki baskıyı da kaldıracaktır.''
YERLİ MALI KULLANMA ÇAĞRILARI
Türkiye'nin toplam ihracatının yüzde 70'inin DİR kapsamında ithalatla gerçekleştiğini kaydeden Çetin, bunun global krizin yaşandığı ekonomi için çok büyük risk olduğunu, bu dönemde sistemin tekrar gözden geçirilmesi gerektiğini söyledi.
Kriz dönemlerinde tüm ekonomilerin yerli üretimi ön plana çıkarmaya çalıştığını, Türkiye'de de iş dünyasından bu yönde çağrılar duyulmaya başlandığını anlatan Çetin, ihracatçıların da bu yönde taleplerinin bulunmasının sevindirici olduğunu kaydetti.
Çetin, Ege İhracatçı Birlikleri Başkanlar Kurulu Başkanı Mustafa Türkmenoğlu'nun yerli malı tüketimi çağrısında bulunduğunu, bu çağrılara gönülden destek verdiklerini ifade ederek, ''Yerli malı haftası artık bir nostalji olmaktan öte ulusal bir duruşun ifadesi olmalıdır. Krizin etkilerini azaltmanın tek yolu kendi değerlerine, üreticisine ve mallarına dönmektir'' diye konuştu.
Monday, December 22, 2008
ÜRETİCİNİN DE, YATIRIMCININ DA ZEYTİN HEYECANI BİTTİ
Seyfettin Battal
Hasat yayıncılık
22 Aralık 2008,Pazartesi
Yazarımız sevgili Eftal Düzyaman çok güzel röportajlar yapıyor. Hem kime neyi nasıl soracağını, hem de sorulara aldığı cevaplar içerisindeki önemli ifadeleri çarpıcı bir şekilde yansıtmayı çok iyi biliyor. Sizin de zevkle okuduğunuzu tahmin ettiğim bu röportajlarından ikisini bu yaz Dünyaca ünlü BASF firmasının üst düzey yöneticileri ile yapmıştı. Temmuz 2008 sayımızda yayınlanan ilk röportajda BASF’ın Orta ve Güneydoğu Avrupa Müdürü Dr. Christoph Wegner, “Gelecekte, ihtiyacından fazla tarımsal üretim yapan ülkeler çok güçlenecek” demişti. Bay Wegner’in tarımın gelecekte kazanacağı öneme vurgu yapan bu ifadesinin yanı sıra Türkiye ile ilgili tespitleri de çok isabetliydi. Ben yabancı hayranlığına çok kızarım. Ama Bay Wegner’in söylediklerini okuduğum zaman bizi, bizden daha iyi tanıyıp analiz etmesine hayret etmiştim.
Düzyaman’ın BASF yöneticileriyle yaptığı ikinci röportajı da Ağustos 2008 sayımızda yayınlanmıştı. Bu röportajda da BASF Türkiye Müdürü Leon van Mullekum, “Gelişmiş ülkelerde sorun çıkmaması için önlem alınır, Türkiye’de ise sorun çıkınca çare aranıyor” tespitinde bulunmuştu. Bunun ne kadar doğru bir tespit olduğunu siz de takdir edersiniz. Hatta biraz daha ileri giderek “sorunları çözmeye çalışırken yeni sorunlar ürettiğimizi” söylersek yanlış olmaz. Bunun son örneği de “zeytinle ilgili sorunları çözmeye” çalışırken icat ettiğimiz “Gemlik çeşidi sorunu”dur.
Nedir Gemlik Çeşidi Sorunu?
Türkiye, zeytinin ana vatanı olarak bilinen bölgede yer alan bir ülkedir. Bundan dolayı da zeytinin ülkemizde birçok çeşidi vardır. Ama bu değerli ürünün kıymetini bugüne kadar idrak edemediğimiz için; ne üretimini yeteri kadar geliştirebilmişiz, ne de bu çeşitleri ıslah edebilmişiz. Zeytin, Türkiye’nin Güneydoğusu ile Suriye’nin batısından Dünya’ya yayılmış, özellikle Akdeniz kuşağındaki ülkelerde yağlık ve sofralık birçok çeşidi ıslah edilmiş bir kültürdür. Zeytinin Dünya’da en fazla yetişme alanı Türkiye’de bulunmaktadır. Güney komşumuz Suriye sınırından başlayıp Akdeniz, Ege ve Marmara sahilleri boyunca uzanan binlerce kilometrekarelik coğrafyamızın yanı sıra Karadeniz bölgemizin en doğu ucu olan Artvin’in dağlarında bile yetişmektedir. Böyle olduğu halde, Dünya zeytin ve zeytinyağı ticaretinde, bizim zeytin yetişen bölgelerimizden daha az yüzölçümüne sahip ülkelerin bile gerisindeyiz. Hatta zeytin ağacı varlığımız bile bu ülkelerden az.
Ülkemizde geçmişte bu kültürün önemsendiği dönemler olmuş. Örneğin; Osmanlı İmparatorluğu döneminde, başta Ayvalık bölgesi olmak üzere çok sayıda kapama zeytin bahçeleri kurulmuş. Hatta bazı hayırseverler çok geniş zeytin bahçeleri tesis ederek bunları vakfetmişler. Bunların bir kısmı zaman içinde tahrip olmuş veya yağmalanmış, bir kısmı da günümüze kadar gelmiştir. Günümüze kadar gelenleri şimdi Vakıflar Genel Müdürlüğü işletmektedir. Öte yandan Cumhuriyetin ilk yıllarında da “zeytine özel bir kanun” çıkartılarak (Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerinin Aşılattırılması Hakkında Kanun, 29.01.1939) hem zeytinle ilgili ıslah çalışmalarının başlatılması, hem de yabani çeşitlerin aşılanarak kültüre alınması amaçlanmıştır. Ama birçok kanun gibi bu da sadece kâğıt üzerinde kaldığı için ne doğru dürüst ıslah çalışması yapılmış, ne de hüdaî nabit zeytin ormanlarından yararlanılabilmiştir.
2003 yılındaki bir Çukurova gezim sırasında Yumurtalık – Misis arasındaki dağlarda yabani zeytin ağaçlarını görünce, bu değerli kültürün bugüne kadar Çukurova’da yaygınlaşmamış olmasının büyük bir kayıp olduğunu yazmıştım.
Son yıllarda bir yandan bizim yayınlarımızın, bir yandan da bazı sivil toplum örgütlerinin yönlendirmesiyle meyveciliğin yanı sıra zeytine de ciddi bir yöneliş oldu. Kırsal kesimde yaşayan birçok kimse zeytin bahçeleri kurmaya başladı. Hatta bazı müteşebbisler zeytine ciddi yatırımlar bile yaptılar. Ege ve Marmara bölgelerinde olduğu gibi Çukurova’da da zeytine ciddi bir yöneliş oldu. Bu gelişmelerin yaşandığı sıralarda 2005 yılında hükümet sertifikalı tohumluk ve fidan kullanımını yaygınlaştırmak amacıyla bir destek icat etti. Bu, hem meyveciliğimizin gelişmesine, hem de modası geçmiş çeşitlerden oluşan eski bahçelerinin yenilenmesine katkı sağlayan olumlu bir karardı. Bir yıl sonra bu destek kapsamına zeytin de alındı ve dekara 250 YTL’ye varan fidan destekleri verilmeye başlandı. Bu destekler zeytine yönelişi daha da hızlandırdı. Özellikle Çukurova’da çok geniş alanlara zeytin dikilmeye başlandı. Dikilen çeşitlerin büyük bölümünü de “Gemlik” oluşturuyordu.
Dünya’da yaklaşık 2000 çeşit zeytin olduğu söyleniyor. “Gemlik” de bunlardan biri ve bizim en favori siyah salamuralık çeşidimizdir. Adından da anlaşılacağı gibi orijini Bursa’nın Gemlik ilçesidir. Ama yıllardan beri Bursa’nın yanı sıra Tekirdağ, Kocaeli, Kastamonu, Zonguldak, Sinop, Samsun Trabzon, Balıkesir, İzmir, Manisa, Aydın, Mersin, Adana, Antalya ve Adıyaman illerini içine alan geniş bir coğrafyada yetiştirilmektedir (Hasad Yayıncılık, Zeytin Yetiştiriciliği, 2003-2008). Ancak, Bursa’nın dışındaki bölgelerin hiçbirisinde orijinal Gemlik kalitesini elde etmek mümkün olmamıştır. Zira Bölge dışındaki Gemliklerde kabuk kalınlaşıyor, çekirdek daha iri oluyor. Böyle olunca da siyah salamuralık kalitesi düşüyor. O yüzden diğer bölgelerde yetiştirilen Gemlikler genellikle yeşil salamura yapılıyor. Bunların başında da Manisa’nın Akhisar ilçesi geliyor. Türkiye’de tüketilen yeşil salamura zeytinin yarıdan fazlasını bu ilçemiz yetiştiriyor ve bunun büyük bölümünü de Gemlik çeşidi oluşturuyor.
Geçtiğimiz yıl ne olduysa birden bire Gemlik çeşidinin Bursa’nın dışına dikilmesinin aleyhinde bir kampanya başlatıldı. Bilen de, bilmeyen de bu kampanyaya dahil oldu ve “Gemlik dikmenin intihar etmek anlamına geldiğini” yazandan tutun da “Vatana ihanet olduğunu” söyleyenlere kadar birçok kimse müthiş bir Gemlik aleyhtarı kesildi. Bu yıl tüm meyve kültürlerindeki sertifikalı fidan desteğini yarı yarıya azaltan Tarım Bakanlığı, Gemlik çeşidinin dışındaki zeytin fidanları için 100 YTL/da destekleme vereceğini açıklarken, Gemlik çeşidinin desteğini 40 YTL/da’a düşürdü. Şimdi Bakanlığın bu kararında Bursa lobisi mi, yağlık zeytin çeşitlerinin dikimini yaygınlaştırma politikası mı etkili oldu bilemiyorum, ama yapılan doğru ise bu çok geç kalmış bir uygulama. Çünkü Gemlik çeşidi yıllardan beri Türkiye’nin hemen her tarafına dikiliyordu.
“Bursa’nın dışına Gemlik dikmek doğru mu yanlış mı?” Bu tartışmaya girmek istemiyorum. Çünkü bir fikrin doğruluğunu da, yanlışlığını da savunmak için kullanılacak argümanlar her zaman vardır. Ancak, bunlar bilimin süzgecinden geçirilerek, ülke menfaatlerini dikkate alan bir yaklaşımla değerlendirilirse, bir anlam kazanır.
Şimdi;
Bursa’nın dışına Gemlik dikilmesine karşı olanlar diyor ki; “Gemlik sofralık bir çeşittir. Sofralık amacıyla üretildiği zaman en iyi Bursa şartlarında yetişiyor. Bursa dışında yetişen Gemliklerin sofralık kalitesi çok düşük oluyor. Gemlik yağlık bir çeşit değil, çünkü asiti yüksek, bu yüzden de yağ kalitesi düşük.” Bursa dışına Gemlik dikilmesini savunanlar da diyor ki; “Gemlik çeşidinde, yağ oranı %29.98’dir. Oysa, yağlık olarak bilinen Ayvalık zeytin çeşidinde yağ oranı, %24.72 olarak tespit edilmiştir. Gemlik çeşidinin Anadolu’da iki bin yıllık geçmişi olup, asgarî otuz ilimizde üretilmektedir. Budamaya en iyi tepki veren ve kolay taç oluşturabilen bir çeşittir. Ülkemizde, en iyi sofralık çeşit olarak bilinmesine rağmen uzun yıllardır, aynı zamanda yağlık olarak da değerlendirilen ve Avrupa’da çok iyi tanınan bir yerli çeşittir.” Bunların hepsi de doğru. Gelelim diğer doğrulara ve yanlışlara.
Dünya’da iki bine yakın zeytin çeşidi olduğunu söylemiştik. Hasad Yayıncılık Ltd. Şti.’nin “Zeytin Yetiştiriciliği” isimli kitabında 28 tane standart yerli zeytin çeşidimiz özellikleriyle birlikte sıralanıyor. Bunların dışında da çok sayıda yerel çeşit var. Ülkemiz zeytinin anavatanı olan bölgede yer aldığı için bunlar, muhtemel ki Dünya’daki diğer çeşitlerin de gen kaynağı. Bu 28 çeşidin bir kısmı sofralık, bir kısım da yağlık. Ancak, bunların içerisinde yağlık olarak Ayvalık, sofralık olarak da Gemlik öne çıkmış bulunuyor. Şüphesiz ki, her bölge için en uygun çeşit o bölgenin yerel çeşididir. Ama, biz maalesef bu çeşitleri ne verim bakımından, ne de ürün kalitesi bakımından geliştirmemişiz. Elin oğlu bizim ülkemizden götürdüğü bu çeşitlerin yağlık olanlarının yağ, sofralık olanlarının sofralık kalitesini ve verimlerini yükseltmiş. Biz ne yapmışız, sadece 28 tanesini seçmiş ve bunlar standart demişiz. Peki işin verim ve kalite boyutu ne? Maalesef o konuda, ortada elle tutulur ciddi bir çalışma yoktur.
Dünyada 2000 çeşit zeytinden söz ediliyor. Ama, bizim ülkemizde salamura zeytin denilince aklımıza Gemlik, zeytinyağı denilince de Ayvalık çeşidi geliyor. Türkiye’de Güneydoğu Anadolu Bölgemizden başlayıp bütün sahillerimiz boyunca uzanan ekolojisi birbirinden farklı binlerce kilometrelik bir zeytin kuşağı var. Zeytin konusunda çalışan tek araştırma enstitüsü kurulmuş o da Ege Bölgesi’nde. Bu bölge, ne Marmara Bölgesi’nin, ne Karadeniz Belgesi’nin, hatta ne Akdeniz, ne Çukurova ve ne de Güneydoğu Anadolu bölgelerinin ekolojisini temsil etmiyor. Bu konuya tekrar dönmek üzere son yıllarda zeytine yönelişte neden Gemlik çeşidinin tercih edildiğini söyleyelim. Bunun iki temel nedeni var. Birincisi Gemlik çeşidinin fidan üretiminin kolay olması, ikincisi ülkemizdeki diğer, özellikle yağlık, çeşitlere göre veriminin yüksekliği ve iyi bakım şartlarında periyodisite göstermemesidir.
Uzmanların söylediğine göre, Gemlik çeşidi ile fidan üretiminde çeliklerin köklenme oranı %100’e yakınmış. Bu oran başta Ayvalık çeşidi olmak üzere yağlık çeşitlerde %15-20 arasındaymış. Bu yüzden fidancılar, Gemlik çeşidinin fidanını üretmeyi tercih ediyorlar. Onlar bunun fidanını yetiştirince, üretici ve yatırımcı da mecburen bunu dikmek zorunda kalıyor.
Sektördeki ilgililerle yaptığım görüşmelerden edindiğim bilgiye göre, son yıllarda Türkiye’de üretilen zeytin fidanlarının %90 gibi büyük bölümünü çeliğinin kolay köklenmesinden dolayı Gemlik çeşidi oluşturuyormuş.
Ben şunu anlayamadım. Sorun köklenmede ise, bu sorun aşılama tekniği ile aşılamıyor mu? Araştırma kuruluşlarımız ve fidan üreticilerimiz bunu şimdiye kadar acaba niye denememişler? Denemişlerse sonuç nedir? Hakikatten aşılması zor bir sorun mu var, yoksa kolaycılığa mı kaçılıyor?
Bana anlatılanlardan anladığım kadarıyla Gemlik çeşidinin tercih edilmesindeki ikinci neden verim konusu. Her bölgeye kolayca adapte olduğu söylenen Gemlik çeşidinin verimliliğinin bölgelere göre değiştiği, en yüksek notaya ise Çukurova bölgesinde ulaştığı ifade ediliyor.
Hadi bunu da geçerli bir neden olarak kabul edelim. Ama, yurt dışındaki diğer çeşitlere ne demeli? Eğer bunlar o ülkelerin yerli çeşitleri ise Zeytinin ana vatanı; Suriye’nin batısı, Anadolu’nun Güneydoğusu ve Anamur üçgeni şeklindeki görüşe ne diyeceğiz? Zeytinin ana vatanı bahsedilen bu üçgense -ki bu konuda genel bir mutabakat var - Anadolu’dan İspanya’ya, İtalya’ya hatta Tunus’a giden zeytin çeşitleri ya oraların ekolojisini daha çok sevdiler, ya da oralardaki bilim adamları ve yetiştiriciler zeytinin üzerinde bizden daha çok çalışıyorlar.
Doğu Akdeniz Zeytin Birliği
Geçen ay Adana Tarım Fuarı’ndaydım. Doğu Akdeniz Zeytin Birliği (DAZB) Başkanı Sayın Dr. Mehmet Güler ile uzun uzun zeytini konuştuk. Sayın Güler’in de bazı görüşlerini sizlerle paylaşmak istiyorum.
Ancak, ondan önce, Doğu Akdeniz Zeytin Birliği hakkında kısa bir bilgi vermek yararlı olacak. Zira bu birlik 2004 yılında çıkartılan Tarımsal Üretici Birlikleri Kanunu gereğince kurulan bir birlik değil. Mahalli İdareler Kanunu’ndan yola çıkılarak kurulmuş. Öte yandan bu birlik ne geçmiş yıllarda kurulan Tarım Satış Kooperatifleri Birlikleri gibi Sanayi ve Ticaret Bakanlığı’na, ne de son yıllarda kurulan Tarımsal Üretici Birlikleri gibi Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’na bağlı değil. İçişleri Bakanlığı Mahalli İdareler Genel Müdürlüğü’ne bağlı olan Birliğin merkezi Adana’da. Mersin, Osmaniye, Hatay, Kahramanmaraş, Gaziantep, Kilis, Şanlıurfa ve Adıyaman illerinde de temsilcilikleri olan Birliğin toplam 600 üyesi var.
Şu Türkiye ne enteresan bir ülke değil mi?
Tarımla ilgili birliklerin bir kısmı Sanayi ve Ticaret, Bir kısmı Tarım ve Köyişleri, bir kısmı da İçişleri Bakanlığı’na bağlı. Sanayi ve Ticaret Bakanlığı’na bağlı olanlar ürün alıp satıyor. Ama ihracat yapamıyor. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’na bağlı olanlar için kanunda ve tüzüklerinde birçok görevler sıralanmış, ama hiçbirisi şu anda hiçbir iş yapamıyor. İçişleri Bakanlığı’na bağlı olan Doğu Akdeniz Zeytin Birliği ise Başkanı Dr. Mehmet Güler’in verdiği bilgiye göre, tüzel kişiliğe haiz. KDV’den muaf. Üyeleri için girdi üretip satabiliyor. Örneğin; zeytin fidanı üretiyor. Yıllık kapasitesi 650 bin. Bu fidanlarla kapama zeytin bahçesi kuruyor. Danışmanlık hizmeti veriyor. Zeytinciliğe yatırım yapacak olanlara yardımcı oluyor. Üyelerinin ortak olacağı bir zeytinyağı fabrikası kurmayı hedefliyor.
Bir de Türkiye’de tarımla uğraşanların doğru dürüst örgütleri yok deniyor. Hâlbuki ne kadar tarımsal üretici örgütü varmış. İçişleri, Sanayi ve Ticaret Bakanlıkları ile Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’ne bağlı olanlar yetmemiş gibi 2004 yılında çıkartılan Tarımsal Üretici Birlikleri Kanunu ile yüzlercesi de Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’na bağlı olarak kuruldu ve kurulmaya da devam ediyor. Daha çıktığı gün mevta olan bu kanun birçok il ve ilçede tabela birlikleri doğurmaktan öte bir işe yaramadı.
Madem, İçişleri Bakanlığı Mahalli İdareler Kanunu böyle bir birlikler kurmaya cevaz veriyordu da, 2004’teki kanun acaba niye çıkartıldı? Ne dersiniz, yoksa biz kanunları bilmeyenler tarafından mı yönetiliyoruz? Ya da kanunları çıkartıp çıkartıp raflarda mı unutuyoruz?
Bir yanda koca Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, öbür yanda koca Sanayi ve Ticaret Bakanlığı, beri yanda valileri, kaymakamları ve belediye başkanları ile devasa İçişleri Bakanlığı varken bir zeytini bile yönetemiyorsak, bizim ya yönetme, ya da kanun çıkartma zaafımız var demektir.
Neyse şimdi tekrar Doğu Akdeniz Zeytin Birliği’ne dönelim.
Bölgesel Zeytincilik Araştırma Enstitüleri Kurulmalı
Birlik Başkanı Sayın Dr. Mehmet Güler, bu yıla kadar Gemlik çeşidinin her yerde dikilmesinin ısrarlı savunucularındandı. Hatta bununla ilgili olarak 12 sayfalık bir rapor hazırlayıp Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’na da sunmuşlardı. Ama, Bakanlığın bu çeşide verilen fidan desteği miktarını 40 YTL/da’a düşürerek adeta destekleme kapsamından çıkarmasına mâni olamadı.
Güler; “Bana göre bu tür kararlar alınmadan önce sorunların iyi tespit edilmesi lazım” diyor ve şöyle devam ediyor: “Zeytinin hangi çeşidi, nerede iyi verim veriyorsa orada yetiştirilmeli. Türkiye’de zeytin tarımı çok geniş bir coğrafyada yapılıyor. Ama, zeytinle ilgili bir tane araştırma Enstitüsü var. O da İzmir’de. İzmir’e yaklaşık 1000 km mesafedeki Mersin’in Mut ilçesindeki zeytin ağacı sayısı 8 milyon. Adana’daki ağaç sayısı 2 milyon 700 bini geçti. Bölgemizdeki birçok ilde zeytine büyük ilgi var. Aynı ilgi diğer bölgelerde de devam ediyor. Bölgeye hangi çeşidin uygun olduğunu biz kime soracağız? Bu sorumuza bizden 1000 km uzaklıktaki üstelik de ekolojisi bölgemizden kısmen farklı olan İzmir Zeytincilik Araştırma Enstitüsü ne kadar sağlıklı cevap verebilir? Onun için diyorum ki birisi Doğu Akdeniz Bölgesi’nde, diğeri de Marmara Bölgesi’nde olmak üzere iki yeni zeytincilik araştırma enstitüsü daha kurulmalı. Bu arada bir de Zeytincilik Yüksek Okulu’na şiddetle ihtiyaç var. Biz birliği kurduğumuz zaman gördük ki, vatandaş ne zeytinin yetiştiriciliğini, ne de işlenmesini biliyor. Vatandaşı bir yandan zeytin yetiştiriciliği konusunda bilgilendiriyoruz, bir yandan da ürettiği zeytini işleyecek bir fabrikayı kurmaya çalışıyoruz. Zeytinin işlenmesi için stok ünitelerine ihtiyaç var. 5-10 bin tonluk depolar yapılması gerekiyor.”
Sayın Güler’in söylediklerine ben de aynen katılıyorum. Çünkü, aklın yolu bir. Ama nedense biz millet olarak aklın bir olan yolunda bir türlü buluşamıyoruz. Herkes kendine bir yol tutturup gidiyor.
Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, “Türkiye’nin sofralık zeytin üretiminin yeterli olduğu, bundan sonra kurulacak bahçelerin yağlık çeşitlerle tesis edilmesi gerektiği” hükmüne nasıl vardı bilmiyorum. Ama bundan 30 yıl önce zeytin Türkiye’deki en ucuz gıdalardan birisiydi. Şimdi ise en pahalı gıdalar arasında. Neden? Çünkü, 30 yıl önce nüfusumuz 30-35 milyondu. Şimdi 70 milyon oldu. Ama zeytin ağacı sayımız da, zeytin üretimiz de nüfusumuzla orantılı artmadı. Hâl böyle iken siz Türkiye’nin sofralık zeytin üretimi yeterli diyorsanız bu demek ki siz hesap bilmiyorsunuz.
Vatandaşa Zeytin Diye Tuz Yediriliyor
Bir de işin sağlık boyutu var. Kimse onu masaya yatırmıyor. Türkiye’de hâlâ 100 yıl önceki tekniklerle zeytin salamurası yapılıyor. Türk insanına zeytin yerine âdeta tuz yediriliyor. Avrupa Birliği ülkelerinde salamura zeytinde tuz oranı %5-8. Bizde %18-25. Avrupalı %5-8 tuzla zeytin saklıyor da, bizdeki kuruluşlar niye saklıyamıyor? Tekniğin ve teknolojinin bu kadar geliştiği bir devirde Türkiye neden hâlâ ilkel yöntemlerle zeytin salamurası yapıyor?
Türkiye’de oturdukları koltuklara yapışanlar başlarını kaldırıp dünyaya bakmıyorlar ama, “Daha fazla sofralık zeytin üretmeyelim” diyorlar. Niye? Çünkü, bu kadar tuz ihtiva eden zeytini Türk halkından başkasına satmaları mümkün değil.
Sayın Güler diyor ki; “Vatandaş zeytin yetiştirmesini bilmiyor”. Çok doğru bir tespit. Vatandaş bilmiyor da, zeytin konusunda ahkâm kesenler biliyor mu? Eğer bilen varsa çıksın ortaya ben de tanıyayım. Onu kamuoyu takdir etsin.
Zeytin Kitabı Yazacak Bir Uzman Bulamadık
Gelen yoğun talepler üzerine 2000 yılında bir zeytin kitabı basma kararı almıştık. Yazdıracak bir Allah’ın kulunu bulamadık. En sonunda ABD’den, İtalya’dan ve İspanya’dan kitaplar getirdik ve bunlardan yaptığımız derlemelerle şu anda Türkiye’deki zeytin yetiştiricilerinin kullandığı kitabı ortaya çıkardık. Bu kitabın yazarı ya da yazarları yok. Neden? Çünkü, derleme. Türkiye, Dünya’da zeytinin yetiştiği en geniş coğrafyaya sahip ülke. Yirmiden fazla Ziraat Fakültesi, bir o kadar da Tarımsal Araştırma Enstitüsü var. Ama, biz zeytin kitabı yazdıracak bir uzman bulamadık. Bu bizim aciziyetimiz mi, bilimsel kuruluşlarda çalışanların ilgisiz ve yetersizliği mi?
Zeytin üç semavi dinin de kutsal kitaplarında yer alan değerli bir gıdadır. Meyvesi iştahla yenir. Yağı ise hem lezzetli hem de çok kalitelidir. İnsan sağlığına ondan daha yararlı bir yağ yoktur. Ölümsüz denebilecek kadar uzun yaşayan ağacı, kendisine uygun ekolojide yer alan taban arazide de, taşın başında da yetişiyor. Türkiye coğrafyasının önemli bir bölümü de zeytinin yetişmesine uygun ekolojiye sahip. Ama, Türkiye bu kutsal ağacın yetiştiği ender ülkeler arasında potansiyeline göre, en az zeytin yağı üreten ve tüketen ülkedir. Ne acı bir gerçek değil mi?
Bir acı gerçek daha var. O da Türkiye’nin bitkisel yağ ihtiyacının yarıdan fazlasını yaklaşık 2 milyar dolar ödeyerek dışarıdan sağlamasıdır. Hani petrolümüz yok. Bunu dışarıdan almamız normal. Peki, biz niye bitkisel yağ ithal ediyoruz? Söyleyeyim. Biz bir zeytini bile yönetemiyoruz da ondan. Ege ve Akdeniz Bölgesi’nde zeytin dikeceğimiz alanların hepsini turistik tesis adı altında beton yığını yaptık. Kalan az miktardaki yere de vatandaş zeytin dikmek istiyor ama, olmadık engellerle karşılaşıyor.
Sertifikalı Tohum ve Fidan Desteği, Tarım Bakanlığı’nın son yıllardaki en olumlu icraatlarından birisiydi. Ama, onu da kırpa kırpa kuşa çevirdiler. Geçen yıl sertifikalı zeytin fidanı desteği dekara 200-250 YTL idi. Bu yıl 100-40 YTL’ye düşürüldü. Bu kesintiyi niye yaptınız, dağ taş zeytin mi oldu da, artık çok fazla dikilmesin diye böyle bir karar aldınız? Tamam diyelim ki kendinize göre haklı gerekçeyle Gemlik çeşidinin dikilmesini istemediğiniz için onun desteğini düşürdünüz. Diğer çeşitlerin desteğini niye aşağı çektiniz? Sonra adalet mi bu, geçen yıl bahçe kurana 200 YTL verdiniz, bu yıl kuracak olana 100 YTL veriyorsunuz. Öte yandan bir de işin fidancı boyutu var. Adam Devletin böyle bir politikası var diye yatırım yapmış fidan üretmiş. Ne yapacak o adam şimdi bu fidanları. Ha kendi mantığınıza göre, “Kardeşim bize güvenmeseydi” diyebilirsiniz. Ama, vatandaşın güvendiği siz değil Devlet’tir. Makamı ve mevkii ne olursa olsun hiç kimse vatandaşın Devlete olan güvenini sarsmamalı.
Ayrıca nedir bu her yıl yeni bir fidan destekleme fiyatı açıklamak. Buğday mı ekiyorsun, patates mi dikiyorsun ki, olmadı bu yıl ayçiçeği ekeyim ya da soğan dikeyim diyeceksin. Bahçe kuruyorsun. Bu bir yıllık iki yıllık bir yatırım değil. Meyvecilikle ilgili destekleme politikalarının en az 5 yıllık bir planlaması olmalı ve denmeli ki “Beş yıl süreyle zeytin dikene şu kadar, elma bahçesi kurana bu kadar fidan desteği vereceğim.” Fidancısı da, üreticisi de planını programını ona göre yapar. Türkiye’de ne kadar zeytin fidanı dikilmesini hedefliyorsanız o hedefe ulaşana kadar bu destekleme programını uygularsınız. Birinci beş yılda hedefinize ulaşamadınız mı, bu defa ikinci bir beş yıllık plan yaparsınız.
Bakın, Türkiye’nin bitkisel yağ açığı her yıl çığ gibi büyüyor. 2000 yılında açık 500 bin ton civarındaydı. Bugün 1 milyon 200 bin tona ulaştı. Bunun ithalat faturası 1,7 milyar dolar. Bırakın vatandaş zeytin diksin. Hem halkımız, ithal edildiği için ne olduğu bilinmeyen pamuk ve palm yağı yerine zeytinyağı gibi kalitesi ve yararları tartışılmayan bir yağ yer, hem de dışarıya daha az dövizimiz gider.
Ülke yönetimi istikrar isteyen uzun soluklu bir iştir. Bunun bir diğer söyleniş şekli de Devlette devamlılık esastır. Akşam başka bir fikirle yatıp, sabah başka bir fikirle kalkarak bırakın ülkeyi zeytini bile yönetemezsiniz.
Bugünkü hükümet bir takım kararları neye göre alıyor anlamak mümkün değil. Örneğin; 2006 yılı ürünü mısır için 67 YKr. prim açıklamışlardı, 2007 yılı ürününde bunu 2 YKr’a düşürdüler. 67 YKr nere 2 YKr nere? 2008’de 2 YKr’u 4 YKr’a çıkardılar. 2007 yılında sertifikalı zeytin fidanı desteği 250 YTL, 2008’de 100 YTL. Tamam %5-10’luk iniş ve çıkışları anlamak mümkün de, 67-2-4, 250-100 rakamları arasındaki iniş ve çıkışlar hangi politikaya göre belirleniyor? Allah aşkına bir açıklayın da biz de bu ülkenin nasıl yönetildiğini anlayalım.
Şimdi Tarım Bakanı’na sormak istiyorum; siz çiftçi olsaydınız, 67-2-4 rakamlarına bakarak mısır ekmeye, 250-100 rakamlarına bakarak zeytin dikmeye hangi mantıkla karar verebilirdiniz? Türkiye’de rakamlar arasında böyle bir uçurum enflasyonun yüzde yüzlere ulaştığı yıllarda bile olmamıştı. Bu rakamların bir tek izahı var, doğrusu onu da söylemek istemiyorum. Zeytini Araştırmak TBMM’nin İşi mi? Geçtiğimiz yıllarda TBMM’de bir “Zeytin Araştırma Komisyonu” kurulmuştu. Bu komisyondan bir görevli beni de aramış ve “Seyfettin bey, sizin Zeytin Yetiştiriciliği isimli bir kitabınız varmış. Bundan komisyon üyelerine birer tane verilmek üzere 22 tane ücretsiz göndermenizi rica ediyoruz” demişti. Görevliye cevabım biraz sert olmuştu. Tamam bir tane, iki tane ücretsiz istenir, gönderilir anladım da, bu 22 tane nasıl ücretsiz oluyor. Sonra kitap adından da anlaşılacağı gibi zeytinin yetiştiriciliğini konu alıyor. Yani zeytin; nasıl dikilir, nasıl budanır, nasıl sulanır, nasıl gübrelenir. Meclis Araştırma Komisyonu acaba bu bilgileri ne yapacaktı, TBMM’nin bahçesine zeytin mi dikeceklerdi?
Bunu yapmadıklarını biliyorum. Çünkü, medyaya böyle bir haber yansımadı. Zaten dikmiş olsalardı da tutmazdı. Zira, Ankara’da zeytin yetişmez. Ama neyi araştırıp, ne sonuca vardıklarını doğrusu bilemiyorum. Çünkü o komisyon toplanıncaya ve raporunu yayınlayıncaya kadar zeytindeki gelişmeler çok iyi gidiyordu. Üreticilerde de, bazı müteşebbislerde de zeytin dikmek için müthiş bir heyecan vardı. Şimdi bakıyorum da ne üreticide, ne de müteşebbiste o heyecandan eser kalmamış. Kısacası adam gibi bir politika oluşturamadığımız için üreticinin de, yatırımcının da zeytin heyecanı bitti.
Yüzlerce kültür bitkisinden biri olan zeytinle ilgili izlenecek stratejiyi, yapılması gerekenleri de TBMM belirleyecekse, Tarım Bakanlığı ve benzeri kuruluşlar daha niye var anlamak mümkün değil.
Bir ülke düşünün ki; Tarım Bakanlığı ile Araştırma Kuruluşları ile Üniversiteleriyle, sivil toplum örgütleriyle, üreticileriyle bir zeytini yönetemiyor da “Meclis Araştırma Komisyonu” kuruyorsa vay haline…
Meclis Araştırma Komisyonları, bilinmeyen doğruları ve gerçekleri bulmak ve ortaya çıkartmak için kurulur. Zeytin konusunda acaba bilinmeyen neydi de “Meclis Araştırma Komisyonu” kuruldu. Örneğin zeytinin; çok değerli bir gıda olduğundan, yağının en değerli yağ olduğundan, Türkiye’nin bitkisel yağ açığının kapatılmasına büyük katkısı olacağından, üretici için gelir, ülke için döviz kaynağı olduğundan, Türkiye coğrafyasının büyük bölümünde yetiştiğinden, üreticilerin ve ülke ekonomisinin yararları gereği üretiminin teşvik edilip desteklenmesi gerektiğinden şüphe mi vardı da böyle bir araştırma komisyonu kuruldu?
Bizim işlerimiz böyledir...
Kanunlar çıkartır raflarda unutur, sonra yenisini yaparız. Komisyonlar kurar raporlar hazırlatırız ama, yetkililerimiz onların kapağını bile açmazlar.
Hasat yayıncılık
22 Aralık 2008,Pazartesi
Yazarımız sevgili Eftal Düzyaman çok güzel röportajlar yapıyor. Hem kime neyi nasıl soracağını, hem de sorulara aldığı cevaplar içerisindeki önemli ifadeleri çarpıcı bir şekilde yansıtmayı çok iyi biliyor. Sizin de zevkle okuduğunuzu tahmin ettiğim bu röportajlarından ikisini bu yaz Dünyaca ünlü BASF firmasının üst düzey yöneticileri ile yapmıştı. Temmuz 2008 sayımızda yayınlanan ilk röportajda BASF’ın Orta ve Güneydoğu Avrupa Müdürü Dr. Christoph Wegner, “Gelecekte, ihtiyacından fazla tarımsal üretim yapan ülkeler çok güçlenecek” demişti. Bay Wegner’in tarımın gelecekte kazanacağı öneme vurgu yapan bu ifadesinin yanı sıra Türkiye ile ilgili tespitleri de çok isabetliydi. Ben yabancı hayranlığına çok kızarım. Ama Bay Wegner’in söylediklerini okuduğum zaman bizi, bizden daha iyi tanıyıp analiz etmesine hayret etmiştim.
Düzyaman’ın BASF yöneticileriyle yaptığı ikinci röportajı da Ağustos 2008 sayımızda yayınlanmıştı. Bu röportajda da BASF Türkiye Müdürü Leon van Mullekum, “Gelişmiş ülkelerde sorun çıkmaması için önlem alınır, Türkiye’de ise sorun çıkınca çare aranıyor” tespitinde bulunmuştu. Bunun ne kadar doğru bir tespit olduğunu siz de takdir edersiniz. Hatta biraz daha ileri giderek “sorunları çözmeye çalışırken yeni sorunlar ürettiğimizi” söylersek yanlış olmaz. Bunun son örneği de “zeytinle ilgili sorunları çözmeye” çalışırken icat ettiğimiz “Gemlik çeşidi sorunu”dur.
Nedir Gemlik Çeşidi Sorunu?
Türkiye, zeytinin ana vatanı olarak bilinen bölgede yer alan bir ülkedir. Bundan dolayı da zeytinin ülkemizde birçok çeşidi vardır. Ama bu değerli ürünün kıymetini bugüne kadar idrak edemediğimiz için; ne üretimini yeteri kadar geliştirebilmişiz, ne de bu çeşitleri ıslah edebilmişiz. Zeytin, Türkiye’nin Güneydoğusu ile Suriye’nin batısından Dünya’ya yayılmış, özellikle Akdeniz kuşağındaki ülkelerde yağlık ve sofralık birçok çeşidi ıslah edilmiş bir kültürdür. Zeytinin Dünya’da en fazla yetişme alanı Türkiye’de bulunmaktadır. Güney komşumuz Suriye sınırından başlayıp Akdeniz, Ege ve Marmara sahilleri boyunca uzanan binlerce kilometrekarelik coğrafyamızın yanı sıra Karadeniz bölgemizin en doğu ucu olan Artvin’in dağlarında bile yetişmektedir. Böyle olduğu halde, Dünya zeytin ve zeytinyağı ticaretinde, bizim zeytin yetişen bölgelerimizden daha az yüzölçümüne sahip ülkelerin bile gerisindeyiz. Hatta zeytin ağacı varlığımız bile bu ülkelerden az.
Ülkemizde geçmişte bu kültürün önemsendiği dönemler olmuş. Örneğin; Osmanlı İmparatorluğu döneminde, başta Ayvalık bölgesi olmak üzere çok sayıda kapama zeytin bahçeleri kurulmuş. Hatta bazı hayırseverler çok geniş zeytin bahçeleri tesis ederek bunları vakfetmişler. Bunların bir kısmı zaman içinde tahrip olmuş veya yağmalanmış, bir kısmı da günümüze kadar gelmiştir. Günümüze kadar gelenleri şimdi Vakıflar Genel Müdürlüğü işletmektedir. Öte yandan Cumhuriyetin ilk yıllarında da “zeytine özel bir kanun” çıkartılarak (Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerinin Aşılattırılması Hakkında Kanun, 29.01.1939) hem zeytinle ilgili ıslah çalışmalarının başlatılması, hem de yabani çeşitlerin aşılanarak kültüre alınması amaçlanmıştır. Ama birçok kanun gibi bu da sadece kâğıt üzerinde kaldığı için ne doğru dürüst ıslah çalışması yapılmış, ne de hüdaî nabit zeytin ormanlarından yararlanılabilmiştir.
2003 yılındaki bir Çukurova gezim sırasında Yumurtalık – Misis arasındaki dağlarda yabani zeytin ağaçlarını görünce, bu değerli kültürün bugüne kadar Çukurova’da yaygınlaşmamış olmasının büyük bir kayıp olduğunu yazmıştım.
Son yıllarda bir yandan bizim yayınlarımızın, bir yandan da bazı sivil toplum örgütlerinin yönlendirmesiyle meyveciliğin yanı sıra zeytine de ciddi bir yöneliş oldu. Kırsal kesimde yaşayan birçok kimse zeytin bahçeleri kurmaya başladı. Hatta bazı müteşebbisler zeytine ciddi yatırımlar bile yaptılar. Ege ve Marmara bölgelerinde olduğu gibi Çukurova’da da zeytine ciddi bir yöneliş oldu. Bu gelişmelerin yaşandığı sıralarda 2005 yılında hükümet sertifikalı tohumluk ve fidan kullanımını yaygınlaştırmak amacıyla bir destek icat etti. Bu, hem meyveciliğimizin gelişmesine, hem de modası geçmiş çeşitlerden oluşan eski bahçelerinin yenilenmesine katkı sağlayan olumlu bir karardı. Bir yıl sonra bu destek kapsamına zeytin de alındı ve dekara 250 YTL’ye varan fidan destekleri verilmeye başlandı. Bu destekler zeytine yönelişi daha da hızlandırdı. Özellikle Çukurova’da çok geniş alanlara zeytin dikilmeye başlandı. Dikilen çeşitlerin büyük bölümünü de “Gemlik” oluşturuyordu.
Dünya’da yaklaşık 2000 çeşit zeytin olduğu söyleniyor. “Gemlik” de bunlardan biri ve bizim en favori siyah salamuralık çeşidimizdir. Adından da anlaşılacağı gibi orijini Bursa’nın Gemlik ilçesidir. Ama yıllardan beri Bursa’nın yanı sıra Tekirdağ, Kocaeli, Kastamonu, Zonguldak, Sinop, Samsun Trabzon, Balıkesir, İzmir, Manisa, Aydın, Mersin, Adana, Antalya ve Adıyaman illerini içine alan geniş bir coğrafyada yetiştirilmektedir (Hasad Yayıncılık, Zeytin Yetiştiriciliği, 2003-2008). Ancak, Bursa’nın dışındaki bölgelerin hiçbirisinde orijinal Gemlik kalitesini elde etmek mümkün olmamıştır. Zira Bölge dışındaki Gemliklerde kabuk kalınlaşıyor, çekirdek daha iri oluyor. Böyle olunca da siyah salamuralık kalitesi düşüyor. O yüzden diğer bölgelerde yetiştirilen Gemlikler genellikle yeşil salamura yapılıyor. Bunların başında da Manisa’nın Akhisar ilçesi geliyor. Türkiye’de tüketilen yeşil salamura zeytinin yarıdan fazlasını bu ilçemiz yetiştiriyor ve bunun büyük bölümünü de Gemlik çeşidi oluşturuyor.
Geçtiğimiz yıl ne olduysa birden bire Gemlik çeşidinin Bursa’nın dışına dikilmesinin aleyhinde bir kampanya başlatıldı. Bilen de, bilmeyen de bu kampanyaya dahil oldu ve “Gemlik dikmenin intihar etmek anlamına geldiğini” yazandan tutun da “Vatana ihanet olduğunu” söyleyenlere kadar birçok kimse müthiş bir Gemlik aleyhtarı kesildi. Bu yıl tüm meyve kültürlerindeki sertifikalı fidan desteğini yarı yarıya azaltan Tarım Bakanlığı, Gemlik çeşidinin dışındaki zeytin fidanları için 100 YTL/da destekleme vereceğini açıklarken, Gemlik çeşidinin desteğini 40 YTL/da’a düşürdü. Şimdi Bakanlığın bu kararında Bursa lobisi mi, yağlık zeytin çeşitlerinin dikimini yaygınlaştırma politikası mı etkili oldu bilemiyorum, ama yapılan doğru ise bu çok geç kalmış bir uygulama. Çünkü Gemlik çeşidi yıllardan beri Türkiye’nin hemen her tarafına dikiliyordu.
“Bursa’nın dışına Gemlik dikmek doğru mu yanlış mı?” Bu tartışmaya girmek istemiyorum. Çünkü bir fikrin doğruluğunu da, yanlışlığını da savunmak için kullanılacak argümanlar her zaman vardır. Ancak, bunlar bilimin süzgecinden geçirilerek, ülke menfaatlerini dikkate alan bir yaklaşımla değerlendirilirse, bir anlam kazanır.
Şimdi;
Bursa’nın dışına Gemlik dikilmesine karşı olanlar diyor ki; “Gemlik sofralık bir çeşittir. Sofralık amacıyla üretildiği zaman en iyi Bursa şartlarında yetişiyor. Bursa dışında yetişen Gemliklerin sofralık kalitesi çok düşük oluyor. Gemlik yağlık bir çeşit değil, çünkü asiti yüksek, bu yüzden de yağ kalitesi düşük.” Bursa dışına Gemlik dikilmesini savunanlar da diyor ki; “Gemlik çeşidinde, yağ oranı %29.98’dir. Oysa, yağlık olarak bilinen Ayvalık zeytin çeşidinde yağ oranı, %24.72 olarak tespit edilmiştir. Gemlik çeşidinin Anadolu’da iki bin yıllık geçmişi olup, asgarî otuz ilimizde üretilmektedir. Budamaya en iyi tepki veren ve kolay taç oluşturabilen bir çeşittir. Ülkemizde, en iyi sofralık çeşit olarak bilinmesine rağmen uzun yıllardır, aynı zamanda yağlık olarak da değerlendirilen ve Avrupa’da çok iyi tanınan bir yerli çeşittir.” Bunların hepsi de doğru. Gelelim diğer doğrulara ve yanlışlara.
Dünya’da iki bine yakın zeytin çeşidi olduğunu söylemiştik. Hasad Yayıncılık Ltd. Şti.’nin “Zeytin Yetiştiriciliği” isimli kitabında 28 tane standart yerli zeytin çeşidimiz özellikleriyle birlikte sıralanıyor. Bunların dışında da çok sayıda yerel çeşit var. Ülkemiz zeytinin anavatanı olan bölgede yer aldığı için bunlar, muhtemel ki Dünya’daki diğer çeşitlerin de gen kaynağı. Bu 28 çeşidin bir kısmı sofralık, bir kısım da yağlık. Ancak, bunların içerisinde yağlık olarak Ayvalık, sofralık olarak da Gemlik öne çıkmış bulunuyor. Şüphesiz ki, her bölge için en uygun çeşit o bölgenin yerel çeşididir. Ama, biz maalesef bu çeşitleri ne verim bakımından, ne de ürün kalitesi bakımından geliştirmemişiz. Elin oğlu bizim ülkemizden götürdüğü bu çeşitlerin yağlık olanlarının yağ, sofralık olanlarının sofralık kalitesini ve verimlerini yükseltmiş. Biz ne yapmışız, sadece 28 tanesini seçmiş ve bunlar standart demişiz. Peki işin verim ve kalite boyutu ne? Maalesef o konuda, ortada elle tutulur ciddi bir çalışma yoktur.
Dünyada 2000 çeşit zeytinden söz ediliyor. Ama, bizim ülkemizde salamura zeytin denilince aklımıza Gemlik, zeytinyağı denilince de Ayvalık çeşidi geliyor. Türkiye’de Güneydoğu Anadolu Bölgemizden başlayıp bütün sahillerimiz boyunca uzanan ekolojisi birbirinden farklı binlerce kilometrelik bir zeytin kuşağı var. Zeytin konusunda çalışan tek araştırma enstitüsü kurulmuş o da Ege Bölgesi’nde. Bu bölge, ne Marmara Bölgesi’nin, ne Karadeniz Belgesi’nin, hatta ne Akdeniz, ne Çukurova ve ne de Güneydoğu Anadolu bölgelerinin ekolojisini temsil etmiyor. Bu konuya tekrar dönmek üzere son yıllarda zeytine yönelişte neden Gemlik çeşidinin tercih edildiğini söyleyelim. Bunun iki temel nedeni var. Birincisi Gemlik çeşidinin fidan üretiminin kolay olması, ikincisi ülkemizdeki diğer, özellikle yağlık, çeşitlere göre veriminin yüksekliği ve iyi bakım şartlarında periyodisite göstermemesidir.
Uzmanların söylediğine göre, Gemlik çeşidi ile fidan üretiminde çeliklerin köklenme oranı %100’e yakınmış. Bu oran başta Ayvalık çeşidi olmak üzere yağlık çeşitlerde %15-20 arasındaymış. Bu yüzden fidancılar, Gemlik çeşidinin fidanını üretmeyi tercih ediyorlar. Onlar bunun fidanını yetiştirince, üretici ve yatırımcı da mecburen bunu dikmek zorunda kalıyor.
Sektördeki ilgililerle yaptığım görüşmelerden edindiğim bilgiye göre, son yıllarda Türkiye’de üretilen zeytin fidanlarının %90 gibi büyük bölümünü çeliğinin kolay köklenmesinden dolayı Gemlik çeşidi oluşturuyormuş.
Ben şunu anlayamadım. Sorun köklenmede ise, bu sorun aşılama tekniği ile aşılamıyor mu? Araştırma kuruluşlarımız ve fidan üreticilerimiz bunu şimdiye kadar acaba niye denememişler? Denemişlerse sonuç nedir? Hakikatten aşılması zor bir sorun mu var, yoksa kolaycılığa mı kaçılıyor?
Bana anlatılanlardan anladığım kadarıyla Gemlik çeşidinin tercih edilmesindeki ikinci neden verim konusu. Her bölgeye kolayca adapte olduğu söylenen Gemlik çeşidinin verimliliğinin bölgelere göre değiştiği, en yüksek notaya ise Çukurova bölgesinde ulaştığı ifade ediliyor.
Hadi bunu da geçerli bir neden olarak kabul edelim. Ama, yurt dışındaki diğer çeşitlere ne demeli? Eğer bunlar o ülkelerin yerli çeşitleri ise Zeytinin ana vatanı; Suriye’nin batısı, Anadolu’nun Güneydoğusu ve Anamur üçgeni şeklindeki görüşe ne diyeceğiz? Zeytinin ana vatanı bahsedilen bu üçgense -ki bu konuda genel bir mutabakat var - Anadolu’dan İspanya’ya, İtalya’ya hatta Tunus’a giden zeytin çeşitleri ya oraların ekolojisini daha çok sevdiler, ya da oralardaki bilim adamları ve yetiştiriciler zeytinin üzerinde bizden daha çok çalışıyorlar.
Doğu Akdeniz Zeytin Birliği
Geçen ay Adana Tarım Fuarı’ndaydım. Doğu Akdeniz Zeytin Birliği (DAZB) Başkanı Sayın Dr. Mehmet Güler ile uzun uzun zeytini konuştuk. Sayın Güler’in de bazı görüşlerini sizlerle paylaşmak istiyorum.
Ancak, ondan önce, Doğu Akdeniz Zeytin Birliği hakkında kısa bir bilgi vermek yararlı olacak. Zira bu birlik 2004 yılında çıkartılan Tarımsal Üretici Birlikleri Kanunu gereğince kurulan bir birlik değil. Mahalli İdareler Kanunu’ndan yola çıkılarak kurulmuş. Öte yandan bu birlik ne geçmiş yıllarda kurulan Tarım Satış Kooperatifleri Birlikleri gibi Sanayi ve Ticaret Bakanlığı’na, ne de son yıllarda kurulan Tarımsal Üretici Birlikleri gibi Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’na bağlı değil. İçişleri Bakanlığı Mahalli İdareler Genel Müdürlüğü’ne bağlı olan Birliğin merkezi Adana’da. Mersin, Osmaniye, Hatay, Kahramanmaraş, Gaziantep, Kilis, Şanlıurfa ve Adıyaman illerinde de temsilcilikleri olan Birliğin toplam 600 üyesi var.
Şu Türkiye ne enteresan bir ülke değil mi?
Tarımla ilgili birliklerin bir kısmı Sanayi ve Ticaret, Bir kısmı Tarım ve Köyişleri, bir kısmı da İçişleri Bakanlığı’na bağlı. Sanayi ve Ticaret Bakanlığı’na bağlı olanlar ürün alıp satıyor. Ama ihracat yapamıyor. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’na bağlı olanlar için kanunda ve tüzüklerinde birçok görevler sıralanmış, ama hiçbirisi şu anda hiçbir iş yapamıyor. İçişleri Bakanlığı’na bağlı olan Doğu Akdeniz Zeytin Birliği ise Başkanı Dr. Mehmet Güler’in verdiği bilgiye göre, tüzel kişiliğe haiz. KDV’den muaf. Üyeleri için girdi üretip satabiliyor. Örneğin; zeytin fidanı üretiyor. Yıllık kapasitesi 650 bin. Bu fidanlarla kapama zeytin bahçesi kuruyor. Danışmanlık hizmeti veriyor. Zeytinciliğe yatırım yapacak olanlara yardımcı oluyor. Üyelerinin ortak olacağı bir zeytinyağı fabrikası kurmayı hedefliyor.
Bir de Türkiye’de tarımla uğraşanların doğru dürüst örgütleri yok deniyor. Hâlbuki ne kadar tarımsal üretici örgütü varmış. İçişleri, Sanayi ve Ticaret Bakanlıkları ile Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’ne bağlı olanlar yetmemiş gibi 2004 yılında çıkartılan Tarımsal Üretici Birlikleri Kanunu ile yüzlercesi de Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’na bağlı olarak kuruldu ve kurulmaya da devam ediyor. Daha çıktığı gün mevta olan bu kanun birçok il ve ilçede tabela birlikleri doğurmaktan öte bir işe yaramadı.
Madem, İçişleri Bakanlığı Mahalli İdareler Kanunu böyle bir birlikler kurmaya cevaz veriyordu da, 2004’teki kanun acaba niye çıkartıldı? Ne dersiniz, yoksa biz kanunları bilmeyenler tarafından mı yönetiliyoruz? Ya da kanunları çıkartıp çıkartıp raflarda mı unutuyoruz?
Bir yanda koca Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, öbür yanda koca Sanayi ve Ticaret Bakanlığı, beri yanda valileri, kaymakamları ve belediye başkanları ile devasa İçişleri Bakanlığı varken bir zeytini bile yönetemiyorsak, bizim ya yönetme, ya da kanun çıkartma zaafımız var demektir.
Neyse şimdi tekrar Doğu Akdeniz Zeytin Birliği’ne dönelim.
Bölgesel Zeytincilik Araştırma Enstitüleri Kurulmalı
Birlik Başkanı Sayın Dr. Mehmet Güler, bu yıla kadar Gemlik çeşidinin her yerde dikilmesinin ısrarlı savunucularındandı. Hatta bununla ilgili olarak 12 sayfalık bir rapor hazırlayıp Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’na da sunmuşlardı. Ama, Bakanlığın bu çeşide verilen fidan desteği miktarını 40 YTL/da’a düşürerek adeta destekleme kapsamından çıkarmasına mâni olamadı.
Güler; “Bana göre bu tür kararlar alınmadan önce sorunların iyi tespit edilmesi lazım” diyor ve şöyle devam ediyor: “Zeytinin hangi çeşidi, nerede iyi verim veriyorsa orada yetiştirilmeli. Türkiye’de zeytin tarımı çok geniş bir coğrafyada yapılıyor. Ama, zeytinle ilgili bir tane araştırma Enstitüsü var. O da İzmir’de. İzmir’e yaklaşık 1000 km mesafedeki Mersin’in Mut ilçesindeki zeytin ağacı sayısı 8 milyon. Adana’daki ağaç sayısı 2 milyon 700 bini geçti. Bölgemizdeki birçok ilde zeytine büyük ilgi var. Aynı ilgi diğer bölgelerde de devam ediyor. Bölgeye hangi çeşidin uygun olduğunu biz kime soracağız? Bu sorumuza bizden 1000 km uzaklıktaki üstelik de ekolojisi bölgemizden kısmen farklı olan İzmir Zeytincilik Araştırma Enstitüsü ne kadar sağlıklı cevap verebilir? Onun için diyorum ki birisi Doğu Akdeniz Bölgesi’nde, diğeri de Marmara Bölgesi’nde olmak üzere iki yeni zeytincilik araştırma enstitüsü daha kurulmalı. Bu arada bir de Zeytincilik Yüksek Okulu’na şiddetle ihtiyaç var. Biz birliği kurduğumuz zaman gördük ki, vatandaş ne zeytinin yetiştiriciliğini, ne de işlenmesini biliyor. Vatandaşı bir yandan zeytin yetiştiriciliği konusunda bilgilendiriyoruz, bir yandan da ürettiği zeytini işleyecek bir fabrikayı kurmaya çalışıyoruz. Zeytinin işlenmesi için stok ünitelerine ihtiyaç var. 5-10 bin tonluk depolar yapılması gerekiyor.”
Sayın Güler’in söylediklerine ben de aynen katılıyorum. Çünkü, aklın yolu bir. Ama nedense biz millet olarak aklın bir olan yolunda bir türlü buluşamıyoruz. Herkes kendine bir yol tutturup gidiyor.
Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, “Türkiye’nin sofralık zeytin üretiminin yeterli olduğu, bundan sonra kurulacak bahçelerin yağlık çeşitlerle tesis edilmesi gerektiği” hükmüne nasıl vardı bilmiyorum. Ama bundan 30 yıl önce zeytin Türkiye’deki en ucuz gıdalardan birisiydi. Şimdi ise en pahalı gıdalar arasında. Neden? Çünkü, 30 yıl önce nüfusumuz 30-35 milyondu. Şimdi 70 milyon oldu. Ama zeytin ağacı sayımız da, zeytin üretimiz de nüfusumuzla orantılı artmadı. Hâl böyle iken siz Türkiye’nin sofralık zeytin üretimi yeterli diyorsanız bu demek ki siz hesap bilmiyorsunuz.
Vatandaşa Zeytin Diye Tuz Yediriliyor
Bir de işin sağlık boyutu var. Kimse onu masaya yatırmıyor. Türkiye’de hâlâ 100 yıl önceki tekniklerle zeytin salamurası yapılıyor. Türk insanına zeytin yerine âdeta tuz yediriliyor. Avrupa Birliği ülkelerinde salamura zeytinde tuz oranı %5-8. Bizde %18-25. Avrupalı %5-8 tuzla zeytin saklıyor da, bizdeki kuruluşlar niye saklıyamıyor? Tekniğin ve teknolojinin bu kadar geliştiği bir devirde Türkiye neden hâlâ ilkel yöntemlerle zeytin salamurası yapıyor?
Türkiye’de oturdukları koltuklara yapışanlar başlarını kaldırıp dünyaya bakmıyorlar ama, “Daha fazla sofralık zeytin üretmeyelim” diyorlar. Niye? Çünkü, bu kadar tuz ihtiva eden zeytini Türk halkından başkasına satmaları mümkün değil.
Sayın Güler diyor ki; “Vatandaş zeytin yetiştirmesini bilmiyor”. Çok doğru bir tespit. Vatandaş bilmiyor da, zeytin konusunda ahkâm kesenler biliyor mu? Eğer bilen varsa çıksın ortaya ben de tanıyayım. Onu kamuoyu takdir etsin.
Zeytin Kitabı Yazacak Bir Uzman Bulamadık
Gelen yoğun talepler üzerine 2000 yılında bir zeytin kitabı basma kararı almıştık. Yazdıracak bir Allah’ın kulunu bulamadık. En sonunda ABD’den, İtalya’dan ve İspanya’dan kitaplar getirdik ve bunlardan yaptığımız derlemelerle şu anda Türkiye’deki zeytin yetiştiricilerinin kullandığı kitabı ortaya çıkardık. Bu kitabın yazarı ya da yazarları yok. Neden? Çünkü, derleme. Türkiye, Dünya’da zeytinin yetiştiği en geniş coğrafyaya sahip ülke. Yirmiden fazla Ziraat Fakültesi, bir o kadar da Tarımsal Araştırma Enstitüsü var. Ama, biz zeytin kitabı yazdıracak bir uzman bulamadık. Bu bizim aciziyetimiz mi, bilimsel kuruluşlarda çalışanların ilgisiz ve yetersizliği mi?
Zeytin üç semavi dinin de kutsal kitaplarında yer alan değerli bir gıdadır. Meyvesi iştahla yenir. Yağı ise hem lezzetli hem de çok kalitelidir. İnsan sağlığına ondan daha yararlı bir yağ yoktur. Ölümsüz denebilecek kadar uzun yaşayan ağacı, kendisine uygun ekolojide yer alan taban arazide de, taşın başında da yetişiyor. Türkiye coğrafyasının önemli bir bölümü de zeytinin yetişmesine uygun ekolojiye sahip. Ama, Türkiye bu kutsal ağacın yetiştiği ender ülkeler arasında potansiyeline göre, en az zeytin yağı üreten ve tüketen ülkedir. Ne acı bir gerçek değil mi?
Bir acı gerçek daha var. O da Türkiye’nin bitkisel yağ ihtiyacının yarıdan fazlasını yaklaşık 2 milyar dolar ödeyerek dışarıdan sağlamasıdır. Hani petrolümüz yok. Bunu dışarıdan almamız normal. Peki, biz niye bitkisel yağ ithal ediyoruz? Söyleyeyim. Biz bir zeytini bile yönetemiyoruz da ondan. Ege ve Akdeniz Bölgesi’nde zeytin dikeceğimiz alanların hepsini turistik tesis adı altında beton yığını yaptık. Kalan az miktardaki yere de vatandaş zeytin dikmek istiyor ama, olmadık engellerle karşılaşıyor.
Sertifikalı Tohum ve Fidan Desteği, Tarım Bakanlığı’nın son yıllardaki en olumlu icraatlarından birisiydi. Ama, onu da kırpa kırpa kuşa çevirdiler. Geçen yıl sertifikalı zeytin fidanı desteği dekara 200-250 YTL idi. Bu yıl 100-40 YTL’ye düşürüldü. Bu kesintiyi niye yaptınız, dağ taş zeytin mi oldu da, artık çok fazla dikilmesin diye böyle bir karar aldınız? Tamam diyelim ki kendinize göre haklı gerekçeyle Gemlik çeşidinin dikilmesini istemediğiniz için onun desteğini düşürdünüz. Diğer çeşitlerin desteğini niye aşağı çektiniz? Sonra adalet mi bu, geçen yıl bahçe kurana 200 YTL verdiniz, bu yıl kuracak olana 100 YTL veriyorsunuz. Öte yandan bir de işin fidancı boyutu var. Adam Devletin böyle bir politikası var diye yatırım yapmış fidan üretmiş. Ne yapacak o adam şimdi bu fidanları. Ha kendi mantığınıza göre, “Kardeşim bize güvenmeseydi” diyebilirsiniz. Ama, vatandaşın güvendiği siz değil Devlet’tir. Makamı ve mevkii ne olursa olsun hiç kimse vatandaşın Devlete olan güvenini sarsmamalı.
Ayrıca nedir bu her yıl yeni bir fidan destekleme fiyatı açıklamak. Buğday mı ekiyorsun, patates mi dikiyorsun ki, olmadı bu yıl ayçiçeği ekeyim ya da soğan dikeyim diyeceksin. Bahçe kuruyorsun. Bu bir yıllık iki yıllık bir yatırım değil. Meyvecilikle ilgili destekleme politikalarının en az 5 yıllık bir planlaması olmalı ve denmeli ki “Beş yıl süreyle zeytin dikene şu kadar, elma bahçesi kurana bu kadar fidan desteği vereceğim.” Fidancısı da, üreticisi de planını programını ona göre yapar. Türkiye’de ne kadar zeytin fidanı dikilmesini hedefliyorsanız o hedefe ulaşana kadar bu destekleme programını uygularsınız. Birinci beş yılda hedefinize ulaşamadınız mı, bu defa ikinci bir beş yıllık plan yaparsınız.
Bakın, Türkiye’nin bitkisel yağ açığı her yıl çığ gibi büyüyor. 2000 yılında açık 500 bin ton civarındaydı. Bugün 1 milyon 200 bin tona ulaştı. Bunun ithalat faturası 1,7 milyar dolar. Bırakın vatandaş zeytin diksin. Hem halkımız, ithal edildiği için ne olduğu bilinmeyen pamuk ve palm yağı yerine zeytinyağı gibi kalitesi ve yararları tartışılmayan bir yağ yer, hem de dışarıya daha az dövizimiz gider.
Ülke yönetimi istikrar isteyen uzun soluklu bir iştir. Bunun bir diğer söyleniş şekli de Devlette devamlılık esastır. Akşam başka bir fikirle yatıp, sabah başka bir fikirle kalkarak bırakın ülkeyi zeytini bile yönetemezsiniz.
Bugünkü hükümet bir takım kararları neye göre alıyor anlamak mümkün değil. Örneğin; 2006 yılı ürünü mısır için 67 YKr. prim açıklamışlardı, 2007 yılı ürününde bunu 2 YKr’a düşürdüler. 67 YKr nere 2 YKr nere? 2008’de 2 YKr’u 4 YKr’a çıkardılar. 2007 yılında sertifikalı zeytin fidanı desteği 250 YTL, 2008’de 100 YTL. Tamam %5-10’luk iniş ve çıkışları anlamak mümkün de, 67-2-4, 250-100 rakamları arasındaki iniş ve çıkışlar hangi politikaya göre belirleniyor? Allah aşkına bir açıklayın da biz de bu ülkenin nasıl yönetildiğini anlayalım.
Şimdi Tarım Bakanı’na sormak istiyorum; siz çiftçi olsaydınız, 67-2-4 rakamlarına bakarak mısır ekmeye, 250-100 rakamlarına bakarak zeytin dikmeye hangi mantıkla karar verebilirdiniz? Türkiye’de rakamlar arasında böyle bir uçurum enflasyonun yüzde yüzlere ulaştığı yıllarda bile olmamıştı. Bu rakamların bir tek izahı var, doğrusu onu da söylemek istemiyorum. Zeytini Araştırmak TBMM’nin İşi mi? Geçtiğimiz yıllarda TBMM’de bir “Zeytin Araştırma Komisyonu” kurulmuştu. Bu komisyondan bir görevli beni de aramış ve “Seyfettin bey, sizin Zeytin Yetiştiriciliği isimli bir kitabınız varmış. Bundan komisyon üyelerine birer tane verilmek üzere 22 tane ücretsiz göndermenizi rica ediyoruz” demişti. Görevliye cevabım biraz sert olmuştu. Tamam bir tane, iki tane ücretsiz istenir, gönderilir anladım da, bu 22 tane nasıl ücretsiz oluyor. Sonra kitap adından da anlaşılacağı gibi zeytinin yetiştiriciliğini konu alıyor. Yani zeytin; nasıl dikilir, nasıl budanır, nasıl sulanır, nasıl gübrelenir. Meclis Araştırma Komisyonu acaba bu bilgileri ne yapacaktı, TBMM’nin bahçesine zeytin mi dikeceklerdi?
Bunu yapmadıklarını biliyorum. Çünkü, medyaya böyle bir haber yansımadı. Zaten dikmiş olsalardı da tutmazdı. Zira, Ankara’da zeytin yetişmez. Ama neyi araştırıp, ne sonuca vardıklarını doğrusu bilemiyorum. Çünkü o komisyon toplanıncaya ve raporunu yayınlayıncaya kadar zeytindeki gelişmeler çok iyi gidiyordu. Üreticilerde de, bazı müteşebbislerde de zeytin dikmek için müthiş bir heyecan vardı. Şimdi bakıyorum da ne üreticide, ne de müteşebbiste o heyecandan eser kalmamış. Kısacası adam gibi bir politika oluşturamadığımız için üreticinin de, yatırımcının da zeytin heyecanı bitti.
Yüzlerce kültür bitkisinden biri olan zeytinle ilgili izlenecek stratejiyi, yapılması gerekenleri de TBMM belirleyecekse, Tarım Bakanlığı ve benzeri kuruluşlar daha niye var anlamak mümkün değil.
Bir ülke düşünün ki; Tarım Bakanlığı ile Araştırma Kuruluşları ile Üniversiteleriyle, sivil toplum örgütleriyle, üreticileriyle bir zeytini yönetemiyor da “Meclis Araştırma Komisyonu” kuruyorsa vay haline…
Meclis Araştırma Komisyonları, bilinmeyen doğruları ve gerçekleri bulmak ve ortaya çıkartmak için kurulur. Zeytin konusunda acaba bilinmeyen neydi de “Meclis Araştırma Komisyonu” kuruldu. Örneğin zeytinin; çok değerli bir gıda olduğundan, yağının en değerli yağ olduğundan, Türkiye’nin bitkisel yağ açığının kapatılmasına büyük katkısı olacağından, üretici için gelir, ülke için döviz kaynağı olduğundan, Türkiye coğrafyasının büyük bölümünde yetiştiğinden, üreticilerin ve ülke ekonomisinin yararları gereği üretiminin teşvik edilip desteklenmesi gerektiğinden şüphe mi vardı da böyle bir araştırma komisyonu kuruldu?
Bizim işlerimiz böyledir...
Kanunlar çıkartır raflarda unutur, sonra yenisini yaparız. Komisyonlar kurar raporlar hazırlatırız ama, yetkililerimiz onların kapağını bile açmazlar.
Saturday, December 20, 2008
ZEYTİN ÜRETİCİSİ, DEVLET DESTEĞİ BEKLİYOR
CHA
19 Aralık 2008,Cuma
Marmara Zeytin Tarım Satış Kooperatifleri Birliği (Marmarabirlik) Yönetim Kurulu Başkanı Refi Taviloğlu, açıkça devlet desteği olmadan zeytin üreticisinin sıkıntıdan kurtulamayacağını söyledi. Taviloğlu, sofralık zeytindeki problemlerin de hasada bağlı olduğunu söyledi.
Bursa Ziraat Odaları Koordinasyon Kurulu'nun Gemlik Ticaret Borsası Salonu'nda gerçekleştirilen aylık olağan toplantısında gündem maddesi ilçeye kurulması planlanan termik santral ve zeytin üreticisinin sorunlarıydı. Zeytinciliğin sorunları görüşülürken söz alan Marmarabirlik Yönetim Kurulu Başkanı Refi Taviloğlu, gittikçe üretimi artan sofralık zeytinde pazarlama sorununu çözmek için işleme tekniklerinin çeşitlendirilmesi gerektiğini ifade etti. Darboğazın ancak bu yolla aşılabileceğini kaydeden Taviloğlu, bu konuda yapılabilecek ne varsa tümünün Marmarabirlik'ten beklenmesinin doğru olmadığını anlattı.
Taviloğlu şunları söyledi: "25 günde 35 bin ton zeytin aldık. Böylesine telaşlı, böylesine baskı altında süren bir kampanyada çizik zeytin yapayım, konfit yapayım diyecek hal kalmıyor. Ürün apar topar depolara dolduruluyor ve baskısı vuruluyor. Sofralık zeytinde problemin çözümü planlı programlı bir şekilde üretim ve hasada bağlı. Ekonomik sıkıntı içinde olan üretici bir an önce ürününü toplayıp, hemen parasını almanın derdinde. Planlama olmadan sıkıntıyı aşamayız. Fakat bu planlama tek başına Marmarabirlik'ten beklenmemeli, sektörün diğer aktörleri de elini taşın altına koymalı".
Taviloğlu, Marmarabirlik'e yönelik eleştiriler arasında yer alan ürün çeşitlendirmesi konusunda da, "Biz, sofralık Gemlik çeşidi siyah zeytinle yapılabilecek bütün üretimleri yaptık. Marmarabirlik'in ar-ge'si vardır, sadece ar-ge tabelası yoktur. Üretici maalesef tek bir şeyi düşünüyor. Bir an önce ürünü toplayıp Marmarabirlik'e vereyim diye bakıyor. Marmarabirlik'in bölgenin bütün ürününü alma şansı yok. Zaten açıkça devlet desteği olmadan üretici sıkıntıdan hiçbir zaman kurtulamaz." dedi.
Türkiye'de yüzde 70 oranında kayıtdışı zeytin üretimi olduğuna işaret eden Refi Taviloğlu, ticarette satarken değil, alırken kazanıldığını, oysa Marmarabirlik'in alırken bu imkandan yoksun bırakıldığını ifade etti. Taviloğlu, "Sınırlı ve planlı alım yapılmadan, gerçek avans fiyat uygulaması yapılmadan mevcut yasal düzenlemeler çerçevesinde kooperatifleri ve birliği yaşatmak zor". diye konuştu.
19 Aralık 2008,Cuma
Marmara Zeytin Tarım Satış Kooperatifleri Birliği (Marmarabirlik) Yönetim Kurulu Başkanı Refi Taviloğlu, açıkça devlet desteği olmadan zeytin üreticisinin sıkıntıdan kurtulamayacağını söyledi. Taviloğlu, sofralık zeytindeki problemlerin de hasada bağlı olduğunu söyledi.
Bursa Ziraat Odaları Koordinasyon Kurulu'nun Gemlik Ticaret Borsası Salonu'nda gerçekleştirilen aylık olağan toplantısında gündem maddesi ilçeye kurulması planlanan termik santral ve zeytin üreticisinin sorunlarıydı. Zeytinciliğin sorunları görüşülürken söz alan Marmarabirlik Yönetim Kurulu Başkanı Refi Taviloğlu, gittikçe üretimi artan sofralık zeytinde pazarlama sorununu çözmek için işleme tekniklerinin çeşitlendirilmesi gerektiğini ifade etti. Darboğazın ancak bu yolla aşılabileceğini kaydeden Taviloğlu, bu konuda yapılabilecek ne varsa tümünün Marmarabirlik'ten beklenmesinin doğru olmadığını anlattı.
Taviloğlu şunları söyledi: "25 günde 35 bin ton zeytin aldık. Böylesine telaşlı, böylesine baskı altında süren bir kampanyada çizik zeytin yapayım, konfit yapayım diyecek hal kalmıyor. Ürün apar topar depolara dolduruluyor ve baskısı vuruluyor. Sofralık zeytinde problemin çözümü planlı programlı bir şekilde üretim ve hasada bağlı. Ekonomik sıkıntı içinde olan üretici bir an önce ürününü toplayıp, hemen parasını almanın derdinde. Planlama olmadan sıkıntıyı aşamayız. Fakat bu planlama tek başına Marmarabirlik'ten beklenmemeli, sektörün diğer aktörleri de elini taşın altına koymalı".
Taviloğlu, Marmarabirlik'e yönelik eleştiriler arasında yer alan ürün çeşitlendirmesi konusunda da, "Biz, sofralık Gemlik çeşidi siyah zeytinle yapılabilecek bütün üretimleri yaptık. Marmarabirlik'in ar-ge'si vardır, sadece ar-ge tabelası yoktur. Üretici maalesef tek bir şeyi düşünüyor. Bir an önce ürünü toplayıp Marmarabirlik'e vereyim diye bakıyor. Marmarabirlik'in bölgenin bütün ürününü alma şansı yok. Zaten açıkça devlet desteği olmadan üretici sıkıntıdan hiçbir zaman kurtulamaz." dedi.
Türkiye'de yüzde 70 oranında kayıtdışı zeytin üretimi olduğuna işaret eden Refi Taviloğlu, ticarette satarken değil, alırken kazanıldığını, oysa Marmarabirlik'in alırken bu imkandan yoksun bırakıldığını ifade etti. Taviloğlu, "Sınırlı ve planlı alım yapılmadan, gerçek avans fiyat uygulaması yapılmadan mevcut yasal düzenlemeler çerçevesinde kooperatifleri ve birliği yaşatmak zor". diye konuştu.
MUT ZEYTIN HASAT SENLIGI TRT INT'TE
Sızma zeytinyağıyla meme kanseri tedavisi!
cnnturk
18.12.2008
Bir grup İspanyol araştırmacı, ekstra sızma doğal zeytinyağının, meme kanseri tümörlerinin büyümesini önleyebileceğini bildirdi.
Katalan Onkoloji Enstitüsü ve Granada Üniversitesinden araştırmacılar, ekstra sızma zeytinyağının, başlangıç aşamasındaki meme kanseri tümörlerinin büyümesini önlediğini ortaya çıkardı.
Araştırmanın başındaki bilim adamı Javier Menendez, ekstra sızma zeytinyağını "tümör karşıtı doğal kokteyl" olarak niteledi ve "en azından laboratuvar testlerinde bu zeytinyağının tümörlerin büyümesi üzerinde etkili olduğunu gördüklerini" belirtti.
18.12.2008
Bir grup İspanyol araştırmacı, ekstra sızma doğal zeytinyağının, meme kanseri tümörlerinin büyümesini önleyebileceğini bildirdi.
Katalan Onkoloji Enstitüsü ve Granada Üniversitesinden araştırmacılar, ekstra sızma zeytinyağının, başlangıç aşamasındaki meme kanseri tümörlerinin büyümesini önlediğini ortaya çıkardı.
Araştırmanın başındaki bilim adamı Javier Menendez, ekstra sızma zeytinyağını "tümör karşıtı doğal kokteyl" olarak niteledi ve "en azından laboratuvar testlerinde bu zeytinyağının tümörlerin büyümesi üzerinde etkili olduğunu gördüklerini" belirtti.
"Coğrafi İşaret" Nedir, Ne Değildir?
Hakkı Özmoralı
19 Aralık 2008,Cuma
Coğrafi işaretler, bir anlamda birer markadırlar. Sanıyorum buna da dünyada en güzel iki örnek, Fransa'nın "Bordo şarapları" ile "şampanyaları"dır. Ama örnekler elbette bunlarla sınırlı değildir ve sayılamayacak kadar çoktur.
Bir coğrafi işaretin tescili sürecinde ürünün özellikleri ve üretim şekli tespit edilir, yörenin sınırları çizilir ve sonunda da tescil gerçekleşir. Türkiye'de coğrafi işaretler, Türk Patent Enstitüsü tarafından verilmektedir. Zeytinyağı sektöründe de bu şekilde alınmış,"Edremit Körfez Bölgesi", "Güney Ege" ve "Ayvalık" gibi coğrafi işaret tescilleri bulunmaktadır.
Peki, bu coğrafi işaretler neye yararlar? Bunlar tüketicilere, o ürünün belirlenen yöreden geldiğini ve sadece o bölgede bulunabilecek özellikleri taşıdığını gösterirler. Burada bir önemli nokta vardır,coğrafi işaret asla bir kalite belgesi değildir. Yani o ürünün kaliteli olduğunu değil, sadece adı geçen yöreden geldiğini gösterir.Bir başka nokta, bir coğrafi işaret onu ilk tescil ettirene münhasıran herhangi bir hak sağlamaz. Tescil edilen özelliklere sahip her ürün, ocoğrafi işareti taşıma hakkına sahiptir.
Bu tescil, bir yöresel ürüne piyasada rekabet avantajı sağlamak üzere yapılır. Birkaç pazarlama kitabı okumuş herkes bilir ki, ürününüzün rekabete karşı yeni veya önemli bir avantajı olduğuna sadece sizin inanmanız yeterli değildir. Bunu tüketicinin de kabul etmesi, bunun için de bu özelliğe tüketicinin aslında "ihtiyacının" olması gereklidir. Pazarlamada ya ihtiyaç zaten vardır, siz ürününüzün bunu karşıladığını sadece duyurursunuz ve tüketici size gelir; ya da tüketici aslında ihtiyacı olduğunun farkında değildir, siz yapacağınız tanıtım çalışmalarıyla bu ihtiyacın farkında olmasını sağlarsınız.
Şimdi burada iki soru geliyor akla: Türkiye'de zeytinyağı tüketicisi ambalajın üzerinde coğrafi işaret olmasının ihtiyacı içinde midir? Değilse, tüketicinin bunun farkında olması için herhangi bir çalışma yapılmakta mıdır? Benim cevabım, her iki soruya da "Hayır"dır.
Ama bence bütün bu tartışmaları bırakarak bir adım geriye gidip büyük resmi görmeye çalışmakta çok yarar var. Yukarıda yazdıklarım, doğru bir biçimde yapılmış olsalar bile, pazar içi rekabete yönelik pazarlama çalışmalarıdır. Yani mevcut bir zeytinyağının, diğer bir zeytinyağına karşı rekabetini amaçlar. Oysa verilmesi gereken mücadele başka yerde olmalı, daha önce de belirttiğim gibi toplam tüketimin artması için çaba gösterilmelidir.
Tüketicinin, ne olduğunu anlamadığı bir işareti ya da logoyu gördü diye kullandığı bir tohum yağından vazgeçip o işareti taşıyan zeytinyağını almasını beklemek, biraz saflık olmuyor mu?
19 Aralık 2008,Cuma
Coğrafi işaretler, bir anlamda birer markadırlar. Sanıyorum buna da dünyada en güzel iki örnek, Fransa'nın "Bordo şarapları" ile "şampanyaları"dır. Ama örnekler elbette bunlarla sınırlı değildir ve sayılamayacak kadar çoktur.
Bir coğrafi işaretin tescili sürecinde ürünün özellikleri ve üretim şekli tespit edilir, yörenin sınırları çizilir ve sonunda da tescil gerçekleşir. Türkiye'de coğrafi işaretler, Türk Patent Enstitüsü tarafından verilmektedir. Zeytinyağı sektöründe de bu şekilde alınmış,"Edremit Körfez Bölgesi", "Güney Ege" ve "Ayvalık" gibi coğrafi işaret tescilleri bulunmaktadır.
Peki, bu coğrafi işaretler neye yararlar? Bunlar tüketicilere, o ürünün belirlenen yöreden geldiğini ve sadece o bölgede bulunabilecek özellikleri taşıdığını gösterirler. Burada bir önemli nokta vardır,coğrafi işaret asla bir kalite belgesi değildir. Yani o ürünün kaliteli olduğunu değil, sadece adı geçen yöreden geldiğini gösterir.Bir başka nokta, bir coğrafi işaret onu ilk tescil ettirene münhasıran herhangi bir hak sağlamaz. Tescil edilen özelliklere sahip her ürün, ocoğrafi işareti taşıma hakkına sahiptir.
Bu tescil, bir yöresel ürüne piyasada rekabet avantajı sağlamak üzere yapılır. Birkaç pazarlama kitabı okumuş herkes bilir ki, ürününüzün rekabete karşı yeni veya önemli bir avantajı olduğuna sadece sizin inanmanız yeterli değildir. Bunu tüketicinin de kabul etmesi, bunun için de bu özelliğe tüketicinin aslında "ihtiyacının" olması gereklidir. Pazarlamada ya ihtiyaç zaten vardır, siz ürününüzün bunu karşıladığını sadece duyurursunuz ve tüketici size gelir; ya da tüketici aslında ihtiyacı olduğunun farkında değildir, siz yapacağınız tanıtım çalışmalarıyla bu ihtiyacın farkında olmasını sağlarsınız.
Şimdi burada iki soru geliyor akla: Türkiye'de zeytinyağı tüketicisi ambalajın üzerinde coğrafi işaret olmasının ihtiyacı içinde midir? Değilse, tüketicinin bunun farkında olması için herhangi bir çalışma yapılmakta mıdır? Benim cevabım, her iki soruya da "Hayır"dır.
Ama bence bütün bu tartışmaları bırakarak bir adım geriye gidip büyük resmi görmeye çalışmakta çok yarar var. Yukarıda yazdıklarım, doğru bir biçimde yapılmış olsalar bile, pazar içi rekabete yönelik pazarlama çalışmalarıdır. Yani mevcut bir zeytinyağının, diğer bir zeytinyağına karşı rekabetini amaçlar. Oysa verilmesi gereken mücadele başka yerde olmalı, daha önce de belirttiğim gibi toplam tüketimin artması için çaba gösterilmelidir.
Tüketicinin, ne olduğunu anlamadığı bir işareti ya da logoyu gördü diye kullandığı bir tohum yağından vazgeçip o işareti taşıyan zeytinyağını almasını beklemek, biraz saflık olmuyor mu?
Thursday, December 18, 2008
Sipari’den zeytin fidanı
Yenigün
18 Aralık 2008,Perş.
Kampanyaya DEÜ Rektörü Prof. Dr. Füzün de destek veriyor
Üçkuyular Levent Marina’daki balık restoranı Sipari ile Keskinoğlu şirketler grubu bünyesindeki Ravika Zeytinyağları yeni bir işbirliğine imza atıyor. Tüm müşterilerine kampanya boyunca iki bin adet fidan dağıtılacağını belirten Sipari Balık Restoran’ın sahibi Mehmet Önen, şunları söyledi: “Amacımız, aynı zamanda ağaç dikme kültürünün daha çok yaymak, zeytine, zeytinyağı tüketimine yönelik müşterilerimizi teşvik etmek, bilinçlendirme amacı taşımaktayız. Yunanistan’da kişi başı yıllık ortalama zeytinyağı tüketimi 22 litre iken bu oran ülkemizde maalesef bir litre gibi komik bir rakamda kalmaktadır. Mutfağımızın da vazgeçilmezi olan zeytinyağının kolesterole ve kalp hastalıklarına ne kadar iyi geldiğinin ve daha çok tüketilmesi gerekiyor. Bunun için böyle bir kampanya başlattık.” Kampanya ya destek veren isimler arasında Dokuz Eylül Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mehmet Füzün’de yer aldı.
18 Aralık 2008,Perş.
Kampanyaya DEÜ Rektörü Prof. Dr. Füzün de destek veriyor
Üçkuyular Levent Marina’daki balık restoranı Sipari ile Keskinoğlu şirketler grubu bünyesindeki Ravika Zeytinyağları yeni bir işbirliğine imza atıyor. Tüm müşterilerine kampanya boyunca iki bin adet fidan dağıtılacağını belirten Sipari Balık Restoran’ın sahibi Mehmet Önen, şunları söyledi: “Amacımız, aynı zamanda ağaç dikme kültürünün daha çok yaymak, zeytine, zeytinyağı tüketimine yönelik müşterilerimizi teşvik etmek, bilinçlendirme amacı taşımaktayız. Yunanistan’da kişi başı yıllık ortalama zeytinyağı tüketimi 22 litre iken bu oran ülkemizde maalesef bir litre gibi komik bir rakamda kalmaktadır. Mutfağımızın da vazgeçilmezi olan zeytinyağının kolesterole ve kalp hastalıklarına ne kadar iyi geldiğinin ve daha çok tüketilmesi gerekiyor. Bunun için böyle bir kampanya başlattık.” Kampanya ya destek veren isimler arasında Dokuz Eylül Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mehmet Füzün’de yer aldı.
Wednesday, December 17, 2008
MARMARA BİRLİK'TEN 60 BİN YTL'LİK ZEYTİN VE ZEYTİN YAĞI ÇALMIŞLAR
CHA
16 Aralık 2008,Salı
Kayseri polisi, Marmara Birlik Zeytinyağı Fabrikası'ndan yüklenen ve daha sonra çalınan kamyondaki yaklaşık 60 bin YTL değerindeki zeytin ve zeytinyağını bir depoda ele geçirdi. Olay ile ilgili 3 kişi gözaltına alındı.
Sarız İlçe Emniyet Amirliği'ne, ilçeye büyük miktarda kaçak zeytin ve zeytinyağı malzemesi girdiği, bu malzemelerin ucuz şekilde satışa sunulacağı bilgisi ulaştı. Bu bilgi doğrultusunda çalışmalar başlatan polis, Günesen Mahallesi İnönü Caddesi üzerindeki bir depoya baskın yaptı. Baskında, hırsızlık sonucu elde edilen yaklaşık 60 bin YTL değerindeki 2 bin 116 teneke zeytin ve zeytinyağı malzemesi ele geçirildi. Malzemelerin bir kısmı depo içerisinde kamyona yüklenmiş halde bulundu. Polis, olay ile ilgili bir hastanede çalıştığı belirtilen M.Ş., depoda malzemelerin yüklendiği kamyonun sahibi M.T. ve depoda bulunan M.Ç. adlı şahısları gözaltına aldı. Olay ile ilgili soruşturma başlatılırken 2 bin 116 teneke zeytin ve zeytinyağı malzemesine el konuldu.
Polis, ele geçirilen malzemelerin, 28 Kasım 2008 tarihinde Ankara Keçiören'de çalınan 16 ZK 379 plakalı kamyonda yüklü olan zeytin ve zeytinyağı malzemeleri olduğunu belirledi. Daha önce çalınan araç, yükü boşaltıldıktan sonra Yozgat ilinde terk edilmiş olarak bulunmuştu.
16 Aralık 2008,Salı
Kayseri polisi, Marmara Birlik Zeytinyağı Fabrikası'ndan yüklenen ve daha sonra çalınan kamyondaki yaklaşık 60 bin YTL değerindeki zeytin ve zeytinyağını bir depoda ele geçirdi. Olay ile ilgili 3 kişi gözaltına alındı.
Sarız İlçe Emniyet Amirliği'ne, ilçeye büyük miktarda kaçak zeytin ve zeytinyağı malzemesi girdiği, bu malzemelerin ucuz şekilde satışa sunulacağı bilgisi ulaştı. Bu bilgi doğrultusunda çalışmalar başlatan polis, Günesen Mahallesi İnönü Caddesi üzerindeki bir depoya baskın yaptı. Baskında, hırsızlık sonucu elde edilen yaklaşık 60 bin YTL değerindeki 2 bin 116 teneke zeytin ve zeytinyağı malzemesi ele geçirildi. Malzemelerin bir kısmı depo içerisinde kamyona yüklenmiş halde bulundu. Polis, olay ile ilgili bir hastanede çalıştığı belirtilen M.Ş., depoda malzemelerin yüklendiği kamyonun sahibi M.T. ve depoda bulunan M.Ç. adlı şahısları gözaltına aldı. Olay ile ilgili soruşturma başlatılırken 2 bin 116 teneke zeytin ve zeytinyağı malzemesine el konuldu.
Polis, ele geçirilen malzemelerin, 28 Kasım 2008 tarihinde Ankara Keçiören'de çalınan 16 ZK 379 plakalı kamyonda yüklü olan zeytin ve zeytinyağı malzemeleri olduğunu belirledi. Daha önce çalınan araç, yükü boşaltıldıktan sonra Yozgat ilinde terk edilmiş olarak bulunmuştu.
ZEYTİNİN FİYATI ÜRETİCİDEN SOFRAYA KADAR ALTI KAT ARTIYOR
CHA
15 Aralık 2008,Pazartesi
Tarım ürünlerinin fiyatı, tarladan markete ulaşıncaya kadar birkaç kat artıyor. Üreticiden tüketiciye ulaşıncaya kadarki süreçte oluşan fahiş kârlar tarım ürünlerinin tamamında görülüyor. Vatandaşın alım gücünü zorlar seviyeye ulaşan fiyatlarda en çok aracılar kazanıyor.
Tüketiciye ulaşıncaya kadar fiyatı kat kat artan ürünlerin başında sofralık zeytin geliyor. Türüne göre üreticiden 1 ile 2 YTL arasında çıkan zeytin, market raflarında 8 ile 15 YTL arasında satılıyor.
Türkiye, zeytinde önemli üretici ülkelerden biri olmasına rağmen sofralık zeytini pahalıya tüketiyor. En çok tercih edilen sofralık zeytin türlerinin fiyatı, sanayiciden çıktıktan sonra yedi kat artarak sofralara ulaşıyor. Türkiye'de en çok yenen sofralık zeytin türlerinin başında Akhisar Domat (yeşil), Akhisar Uslu ve Gemlik geliyor. Akhisar Domat zeytini, üreticiden sofraya ulaşıncaya kadar fiyatı yüzde 581 artıyor.
Sanayici, bu zeytini üreticiden ham olarak kilosu 2.2 YTL'den alıyor, 1.65 YTL masrafla sofralık hale getiriyor, toplam 3.85 YTL'ye malederek piyasaya 4.40 YTL'den veriyor. Aynı ürün zincir marketlerde 14.75, halk pazarlarında ise 12 YTL, marketlerde 15 YTL'den satılıyor. 291-320 kalibrelik Gemlik türü siyah zeytini kuyulardan 3.75 YTL'ye alan sanayici ise ambalaj, nakliye, işçilik gibi girdilerle 4.30 YTL'ye malediyor. 10'ar kiloluk tenekelerde kilosunu 4.80 YTL'ye piyasaya veriyor. Bu zeytinin perakende fiyatı ise 12-14 YTL. Akhisar Uslu'nun da üreticide ham fiyatı 1.2 YTL. Sanayiciden 2.45 YTL'ye çıkan bu zeytin, marketlerde 7-8 YTL'den satılıyor.
Sanayiciye göre bu fiyat farkları, marketlerin aşırı kâr isteğinden kaynaklanıyor. Marketlerde fiyat yüksek olunca, pazarcılar da aşırı kârla satıyor.
15 Aralık 2008,Pazartesi
Tarım ürünlerinin fiyatı, tarladan markete ulaşıncaya kadar birkaç kat artıyor. Üreticiden tüketiciye ulaşıncaya kadarki süreçte oluşan fahiş kârlar tarım ürünlerinin tamamında görülüyor. Vatandaşın alım gücünü zorlar seviyeye ulaşan fiyatlarda en çok aracılar kazanıyor.
Tüketiciye ulaşıncaya kadar fiyatı kat kat artan ürünlerin başında sofralık zeytin geliyor. Türüne göre üreticiden 1 ile 2 YTL arasında çıkan zeytin, market raflarında 8 ile 15 YTL arasında satılıyor.
Türkiye, zeytinde önemli üretici ülkelerden biri olmasına rağmen sofralık zeytini pahalıya tüketiyor. En çok tercih edilen sofralık zeytin türlerinin fiyatı, sanayiciden çıktıktan sonra yedi kat artarak sofralara ulaşıyor. Türkiye'de en çok yenen sofralık zeytin türlerinin başında Akhisar Domat (yeşil), Akhisar Uslu ve Gemlik geliyor. Akhisar Domat zeytini, üreticiden sofraya ulaşıncaya kadar fiyatı yüzde 581 artıyor.
Sanayici, bu zeytini üreticiden ham olarak kilosu 2.2 YTL'den alıyor, 1.65 YTL masrafla sofralık hale getiriyor, toplam 3.85 YTL'ye malederek piyasaya 4.40 YTL'den veriyor. Aynı ürün zincir marketlerde 14.75, halk pazarlarında ise 12 YTL, marketlerde 15 YTL'den satılıyor. 291-320 kalibrelik Gemlik türü siyah zeytini kuyulardan 3.75 YTL'ye alan sanayici ise ambalaj, nakliye, işçilik gibi girdilerle 4.30 YTL'ye malediyor. 10'ar kiloluk tenekelerde kilosunu 4.80 YTL'ye piyasaya veriyor. Bu zeytinin perakende fiyatı ise 12-14 YTL. Akhisar Uslu'nun da üreticide ham fiyatı 1.2 YTL. Sanayiciden 2.45 YTL'ye çıkan bu zeytin, marketlerde 7-8 YTL'den satılıyor.
Sanayiciye göre bu fiyat farkları, marketlerin aşırı kâr isteğinden kaynaklanıyor. Marketlerde fiyat yüksek olunca, pazarcılar da aşırı kârla satıyor.
Tuesday, December 16, 2008
Descartes üzerine tez yazıp Thales gibi zeytinci oldu
Sinan Doğan
Referans
15 Aralık 2008,Pazartesi
Felsefe üzerine Viyana'da yüksek lisans yapan Kağan Doğançay akademisyen olmak yerine zeytinciliği seçti. Doğançay, 50 dönümlük arazisinde düşük asitli ve yüksek kaliteli zeytinyağı üretmeyi başardı.
İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü'nü bitirdikten sonra İngiltere'de dil eğitimi gören, Almanya'da ve Avusturya-Viyana Üniversitesi'nde felsefe üzerine yüksek lisans yapan ve Descartes felsefesi üzerine tez hazırlayan Kağan Doğançay, 20 yıllık felsefe birikimini bir kenara bırakıp zeytincilik yapmayı tercih etti. Manisa'nın Akhisar ilçesinde 50 dönümlük arazide zeytinciliğe başlayan Doğançay, 0.3 dizyem gibi çok düşük asitli ve yüksek kaliteli zeytinyağı üretmeyi başardı. Doğançay'ın yeni hedefi ise ürettiği zeytin ve zeytinyağını, tescilini aldığı Altın Sızma markası ile sanal ortamda pazarlamak.
Akademisyen olmak yerine doğayla bir arada yaşamayı seçtiğini ifade eden Doğançay, "Toprakla, ağaçla ve insanla dürüst ve vicdani bakımdan rahat olduğunuz bir ilişkiye giriyorsunuz. Bu nedenle tercihimi çiftçilik yapma doğrultusunda kullandım. Elime ne zaman üç beş kuruş para geçse, hemen toprak alıp zeytin dikiyorum. 3-5 dönümle başladığım zeytinciliği bugün 50 dönüm üzerinde yapıyorum. Daha iyi gelir elde etmek için ileride hedefim 100 dönüm ve üzeri bir araziye sahip olmak" diye konuştu.
Zeytinciliği bilinçli yapıyorum
Zeytin ve zeytinyağının geleceğin ürünleri olacağına inandığını belirten Doğançay, bu nedenle başka bir ürün yerine zeytinin tarımını yaptığını söyledi. Doğançay, "Zeytin çeşitlerimin çoğu domat ve gemlik. Sofralık zeytini yarı yarıya işliyorum. Tesis kurmanın maliyeti yüksek olduğu için ambalaj yapamıyorum. Yağlık zeytinin sıkımını da yöredeki fabrikalara yaptırıyorum. 3 yıldır üst üste 1 asitin altında, 0.3 dizyem zeytinyağı üretmeyi başardım. Bu başarıyı ağaçlara iyi bakarak, ürünü zamanında toplayıp, bekletmeden sıkarak elde ettim. Damlama sulama sistemi kurdum. Her aşamada ziraat mühendislerine danışıyorum. Bu anlamda kendimi bilinçli üretici olarak niteliyorum" dedi.
İnternetten zeytin satışı
Altın Sızma markası için gıda ve marka tescili aldığını vurgulayan Doğançay, önümüzdeki günlerde ürünlerini şişeleyerek bu markayla satışa sunacağını kaydetti. Küçük bir üretici olarak ne kadar kaliteli yağ da üretse pazara girmekte zorlandığını belirten Doğançay, bu nedenle ürünün pazarlamasını kendisinin yapacağını söyledi. Doğançay, "Pazarlama için belli bir sermaye hacmine ulaşmak gerekiyor. Böylece ya büyük marketlere girebilirsiniz ya da kendi mağazalarınızı açabilirsiniz. Ama benim bu şansım yok. O nedenle web sitesi kurup sanal ortam üzerinden satış yapacağım" diye konuştu.
Zeytincilik yaptığı yörede farklı tepkilerle karşılaştığını da ifade eden Doğançay, şöyle konuştu: "Kimileri 'zeytin para ettiği için herkes zeytinci oldu' diyor. Kimileri 'çiftçilik zor iş, okumuş adamsın ne işin var burada' diyor. Kimileri de beni takdir ediyor. Ben de mümkün olduğunca onlardan birşeyler öğrenmeye, onlara da yeni üretim tekniklerini öğretmeye çalışıyorum. Aynı zamanda tüketiciye kaliteli yağ üretmenin ve pazarlamanın yollarını gösteriyorum. Bugün küresel ısınma, açlık sorununu gündeme getirdi. Dünyada yiyecek sıkıntısından önce yağ sıkıntısı yaşanacak. Zeytinyağı ise çok özel bir ürün. ABD'li ve Çinli insanlar zeytinyağı tüketmeye başladı. Ancak zeytinin üretildiği coğrafya çok sınırlı. İşte bu yüzden bilinçli üretim ve pazarlama yaparsak, Türkiye'yi önemli noktaya taşıyabiliriz."
İyonyalı Thales de zeytinciydi
Tarihin ilk gerçek filozofu sayılan ve bugünkü Selçuk-Didim yöresinde yaşayan Thales, doğa bilimcisi, astronom ve matematikçi olmanın yanı sıra zeytincilik yapıyordu. Gök hareketlerinden bir yıl sonraki zeytinin az mı çok mu olacağını bilen Thales'in, elindeki zeytin sıkma değirmenlerini kiralayıp iyi para kazandığı söylenir. Ancak o zengin olmayı değil "bilmeyi ve anlamayı" istiyordu.
Referans
15 Aralık 2008,Pazartesi
Felsefe üzerine Viyana'da yüksek lisans yapan Kağan Doğançay akademisyen olmak yerine zeytinciliği seçti. Doğançay, 50 dönümlük arazisinde düşük asitli ve yüksek kaliteli zeytinyağı üretmeyi başardı.
İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü'nü bitirdikten sonra İngiltere'de dil eğitimi gören, Almanya'da ve Avusturya-Viyana Üniversitesi'nde felsefe üzerine yüksek lisans yapan ve Descartes felsefesi üzerine tez hazırlayan Kağan Doğançay, 20 yıllık felsefe birikimini bir kenara bırakıp zeytincilik yapmayı tercih etti. Manisa'nın Akhisar ilçesinde 50 dönümlük arazide zeytinciliğe başlayan Doğançay, 0.3 dizyem gibi çok düşük asitli ve yüksek kaliteli zeytinyağı üretmeyi başardı. Doğançay'ın yeni hedefi ise ürettiği zeytin ve zeytinyağını, tescilini aldığı Altın Sızma markası ile sanal ortamda pazarlamak.
Akademisyen olmak yerine doğayla bir arada yaşamayı seçtiğini ifade eden Doğançay, "Toprakla, ağaçla ve insanla dürüst ve vicdani bakımdan rahat olduğunuz bir ilişkiye giriyorsunuz. Bu nedenle tercihimi çiftçilik yapma doğrultusunda kullandım. Elime ne zaman üç beş kuruş para geçse, hemen toprak alıp zeytin dikiyorum. 3-5 dönümle başladığım zeytinciliği bugün 50 dönüm üzerinde yapıyorum. Daha iyi gelir elde etmek için ileride hedefim 100 dönüm ve üzeri bir araziye sahip olmak" diye konuştu.
Zeytinciliği bilinçli yapıyorum
Zeytin ve zeytinyağının geleceğin ürünleri olacağına inandığını belirten Doğançay, bu nedenle başka bir ürün yerine zeytinin tarımını yaptığını söyledi. Doğançay, "Zeytin çeşitlerimin çoğu domat ve gemlik. Sofralık zeytini yarı yarıya işliyorum. Tesis kurmanın maliyeti yüksek olduğu için ambalaj yapamıyorum. Yağlık zeytinin sıkımını da yöredeki fabrikalara yaptırıyorum. 3 yıldır üst üste 1 asitin altında, 0.3 dizyem zeytinyağı üretmeyi başardım. Bu başarıyı ağaçlara iyi bakarak, ürünü zamanında toplayıp, bekletmeden sıkarak elde ettim. Damlama sulama sistemi kurdum. Her aşamada ziraat mühendislerine danışıyorum. Bu anlamda kendimi bilinçli üretici olarak niteliyorum" dedi.
İnternetten zeytin satışı
Altın Sızma markası için gıda ve marka tescili aldığını vurgulayan Doğançay, önümüzdeki günlerde ürünlerini şişeleyerek bu markayla satışa sunacağını kaydetti. Küçük bir üretici olarak ne kadar kaliteli yağ da üretse pazara girmekte zorlandığını belirten Doğançay, bu nedenle ürünün pazarlamasını kendisinin yapacağını söyledi. Doğançay, "Pazarlama için belli bir sermaye hacmine ulaşmak gerekiyor. Böylece ya büyük marketlere girebilirsiniz ya da kendi mağazalarınızı açabilirsiniz. Ama benim bu şansım yok. O nedenle web sitesi kurup sanal ortam üzerinden satış yapacağım" diye konuştu.
Zeytincilik yaptığı yörede farklı tepkilerle karşılaştığını da ifade eden Doğançay, şöyle konuştu: "Kimileri 'zeytin para ettiği için herkes zeytinci oldu' diyor. Kimileri 'çiftçilik zor iş, okumuş adamsın ne işin var burada' diyor. Kimileri de beni takdir ediyor. Ben de mümkün olduğunca onlardan birşeyler öğrenmeye, onlara da yeni üretim tekniklerini öğretmeye çalışıyorum. Aynı zamanda tüketiciye kaliteli yağ üretmenin ve pazarlamanın yollarını gösteriyorum. Bugün küresel ısınma, açlık sorununu gündeme getirdi. Dünyada yiyecek sıkıntısından önce yağ sıkıntısı yaşanacak. Zeytinyağı ise çok özel bir ürün. ABD'li ve Çinli insanlar zeytinyağı tüketmeye başladı. Ancak zeytinin üretildiği coğrafya çok sınırlı. İşte bu yüzden bilinçli üretim ve pazarlama yaparsak, Türkiye'yi önemli noktaya taşıyabiliriz."
İyonyalı Thales de zeytinciydi
Tarihin ilk gerçek filozofu sayılan ve bugünkü Selçuk-Didim yöresinde yaşayan Thales, doğa bilimcisi, astronom ve matematikçi olmanın yanı sıra zeytincilik yapıyordu. Gök hareketlerinden bir yıl sonraki zeytinin az mı çok mu olacağını bilen Thales'in, elindeki zeytin sıkma değirmenlerini kiralayıp iyi para kazandığı söylenir. Ancak o zengin olmayı değil "bilmeyi ve anlamayı" istiyordu.
Thursday, December 11, 2008
Tereyağ dağları
İsmail Uğural
Yeni Asır
11 Aralık 2008,Perşembe
AB-OTP, yani 'Avrupa Birliği Ortak Tarım Politikası'nda önemli değişiklikler oluyor, biz de ekonomik olayların günlük hayhuyu arasında söz konusu gelişmelere dikkat çekmek ihtiyacını duyduk. Çünkü AB tarım yetkilileri reform niteliğinde kararlar almaya başladılar. Tabii bu kararlar bütün gelişmekte olan ülkelerden çok daha fazla Türkiye'yi ilgilendiriyor. Hep söylüyoruz ya, Türkiye dünyanın en önemli tarım-tarımsal sanayi potansiyeli olan ülkelerinden biri konumunda diye... Ama Türk çiftçisi küresel ölçekte haksız rekabetten çok çekti ve hala da çekmeye devam ediyor. Ne var ki, geçtiğimiz günlerde AB, 2003 yılından beri ilk kez bu derece büyük bir tarım reformunda anlaştı. Bu nasıl bir reform ve ne anlama geliyor derseniz; Avrupa Birliği'nde bundan böyle doğayı korumak için daha çok fon ayrılacak. Bu paranın kaynağı ise geleneksel olarak AB çiftçilerini daha çok üretmeye teşvik eden devlet yardımlarının kısılmasıyla sağlanacak. 2009 ile 2013 yılları arasında yürürlüğe girecek olan yeni uygulamalar gereği süt kotaları ilk başta yükseltildikten sonra tamamen ortadan kaldırılacak.
ŞARAP GÖLLERİ
'Tüketemediği tereyağının dağlar kadar biriktiği ve şaraplarının göller doldurduğu' söylenerek yoğun biçimde eleştirilen AB, 2003 yılında tarım üretimi ile teşvik programları arasındaki bağı kıran bir reform hamlesi yapmıştı. Ama artık reformun ana hedefi, kırsal alanın korunmasına daha çok fon ayırarak, tarım üretimini ise yavaş yavaş piyasa ekonomisinin dinamiklerine bırakmak! Burası çok önemli... Bu konuyu sonraki yazılarımızda geniş ölçüde tartışmak istiyoruz.
54 MİLYAR DOLAR
Bu yıl AB bütçesinden ayrılan 54 milyar dolar OTP için harcanacak. Ne var ki, AB bütçesinin yaklaşık yüzde 45'ine denk gelen bu tutar, önümüzdeki yıllarda yüzde 10 artırılarak doğrudan tarımsal destekler için değil, daha çok kırsal kalkınma ve kırsal alanın korunması çalışmalarına yönlendirilecek. Peki bütün bu gelişmeler bizim açımızdan neyi ifade ediyor? Hemen söyleyelim. Öncelikle bizim yani Türk çiftçisinin lehine olacak. Devam edeceğiz.
ZEYTİNYAĞINDA KALİTE
Bu arada Zeytindostu Derneği'nin düzenlediği 2.Ulusal Naturel Sızma Zeytinyağı Kalite Yarışması'na katılmak isteyenler için son başvuru tarihinin 30 Aralık 2008 olduğunu hatırlatmak istiyoruz. Amaç ne derseniz; biz bu gönüllü toplum kuruluşunun bir yandan zeytin ve zeytinyağı sektöründe 'kalite' sorununun çözümü konusunda yararlı etkinlikler yaparken, diğer yandan da 'altın sıvı'nın kamuoyunda farkındalığının geliştirilmesi açısından etkili olduğunu düşünüyoruz. Dolayısıyla söz konusu yarışma sektöre ve kamuoyuna yeni bir soluk getiriyor.
Yeni Asır
11 Aralık 2008,Perşembe
AB-OTP, yani 'Avrupa Birliği Ortak Tarım Politikası'nda önemli değişiklikler oluyor, biz de ekonomik olayların günlük hayhuyu arasında söz konusu gelişmelere dikkat çekmek ihtiyacını duyduk. Çünkü AB tarım yetkilileri reform niteliğinde kararlar almaya başladılar. Tabii bu kararlar bütün gelişmekte olan ülkelerden çok daha fazla Türkiye'yi ilgilendiriyor. Hep söylüyoruz ya, Türkiye dünyanın en önemli tarım-tarımsal sanayi potansiyeli olan ülkelerinden biri konumunda diye... Ama Türk çiftçisi küresel ölçekte haksız rekabetten çok çekti ve hala da çekmeye devam ediyor. Ne var ki, geçtiğimiz günlerde AB, 2003 yılından beri ilk kez bu derece büyük bir tarım reformunda anlaştı. Bu nasıl bir reform ve ne anlama geliyor derseniz; Avrupa Birliği'nde bundan böyle doğayı korumak için daha çok fon ayrılacak. Bu paranın kaynağı ise geleneksel olarak AB çiftçilerini daha çok üretmeye teşvik eden devlet yardımlarının kısılmasıyla sağlanacak. 2009 ile 2013 yılları arasında yürürlüğe girecek olan yeni uygulamalar gereği süt kotaları ilk başta yükseltildikten sonra tamamen ortadan kaldırılacak.
ŞARAP GÖLLERİ
'Tüketemediği tereyağının dağlar kadar biriktiği ve şaraplarının göller doldurduğu' söylenerek yoğun biçimde eleştirilen AB, 2003 yılında tarım üretimi ile teşvik programları arasındaki bağı kıran bir reform hamlesi yapmıştı. Ama artık reformun ana hedefi, kırsal alanın korunmasına daha çok fon ayırarak, tarım üretimini ise yavaş yavaş piyasa ekonomisinin dinamiklerine bırakmak! Burası çok önemli... Bu konuyu sonraki yazılarımızda geniş ölçüde tartışmak istiyoruz.
54 MİLYAR DOLAR
Bu yıl AB bütçesinden ayrılan 54 milyar dolar OTP için harcanacak. Ne var ki, AB bütçesinin yaklaşık yüzde 45'ine denk gelen bu tutar, önümüzdeki yıllarda yüzde 10 artırılarak doğrudan tarımsal destekler için değil, daha çok kırsal kalkınma ve kırsal alanın korunması çalışmalarına yönlendirilecek. Peki bütün bu gelişmeler bizim açımızdan neyi ifade ediyor? Hemen söyleyelim. Öncelikle bizim yani Türk çiftçisinin lehine olacak. Devam edeceğiz.
ZEYTİNYAĞINDA KALİTE
Bu arada Zeytindostu Derneği'nin düzenlediği 2.Ulusal Naturel Sızma Zeytinyağı Kalite Yarışması'na katılmak isteyenler için son başvuru tarihinin 30 Aralık 2008 olduğunu hatırlatmak istiyoruz. Amaç ne derseniz; biz bu gönüllü toplum kuruluşunun bir yandan zeytin ve zeytinyağı sektöründe 'kalite' sorununun çözümü konusunda yararlı etkinlikler yaparken, diğer yandan da 'altın sıvı'nın kamuoyunda farkındalığının geliştirilmesi açısından etkili olduğunu düşünüyoruz. Dolayısıyla söz konusu yarışma sektöre ve kamuoyuna yeni bir soluk getiriyor.
Monday, December 08, 2008
Yahya Laleli'den tavsiyeler..
Prof. Dr. Yahya Laleli
İyi yağ ağzı yağlamaz, çünkü meyve suyudur, bölgesine özgü ön damaktan gelen nefeste hissedilen meyvemsi karakteri vardır ve ayrıca taşıdığı organik özelliklere bağlı olarak genizde biberimsi bir yakıcılık bırakır. Bu hislerin düzeyi yağın işlenme şekline göre az veya çok olabilir. Ama mutlaka olmalı. Bize göre kokusu, lezzeti ve acılığı olmayan, ağzı yağlayan, yağlı his bırakan yağ, hele istenmeyen -toprak- çimen-balık kokuları taşıyorsa iyi değildir.
İyi zeytinyağı sindirim sisteminin dostudur, yendikten sonra sindirilmesi için vücudu yormaz, tam tersine birçok fonksiyonu düzenler. Renk önemli değildir, bölgeye göre değişirse de erken toplanan zeytinden elde edilen yağ, geç hasada göre daha yeşildir.
İyi zeytinyağı aktiftir, mantar dahil olmak üzere birçok maddeyi eritir, onun için cam şişede korunmalı, mantar varsa temas ettirilmemelidir. İyi yağ deriye, saça sürüldüğünde kolay emilir, yumuşatır, parlatır, koku bırakmaz.
İyi yağ, hava ve sudan uzak saklanmış sıkılırken ısı kullanılmamış (biz yağlarımızı 25 santigrat derecenin altında ısılarda sıkarız), zedelenmemiş ve tercihen siyahlaşmadan -sarı yeşil-mor renk geçişindeki zeytinden elde edilen yağdır. Yandığında en az is yapan yağdır. İyi yağ yendiğinde farkını hissettiren yağdır.
Unutmayın dünya antioksidanların peşinde koşuyor, biz Türkiye'de yaşayan insanların ise büyük şansı var. Dünyanın en yaşlı ağaçları bizde, ağaç zenginliği bizde, zeytinyağı türü zenginliği bizde… Bir de kıymetini bilebilsek.
İyi yağ ağzı yağlamaz, çünkü meyve suyudur, bölgesine özgü ön damaktan gelen nefeste hissedilen meyvemsi karakteri vardır ve ayrıca taşıdığı organik özelliklere bağlı olarak genizde biberimsi bir yakıcılık bırakır. Bu hislerin düzeyi yağın işlenme şekline göre az veya çok olabilir. Ama mutlaka olmalı. Bize göre kokusu, lezzeti ve acılığı olmayan, ağzı yağlayan, yağlı his bırakan yağ, hele istenmeyen -toprak- çimen-balık kokuları taşıyorsa iyi değildir.
İyi zeytinyağı sindirim sisteminin dostudur, yendikten sonra sindirilmesi için vücudu yormaz, tam tersine birçok fonksiyonu düzenler. Renk önemli değildir, bölgeye göre değişirse de erken toplanan zeytinden elde edilen yağ, geç hasada göre daha yeşildir.
İyi zeytinyağı aktiftir, mantar dahil olmak üzere birçok maddeyi eritir, onun için cam şişede korunmalı, mantar varsa temas ettirilmemelidir. İyi yağ deriye, saça sürüldüğünde kolay emilir, yumuşatır, parlatır, koku bırakmaz.
İyi yağ, hava ve sudan uzak saklanmış sıkılırken ısı kullanılmamış (biz yağlarımızı 25 santigrat derecenin altında ısılarda sıkarız), zedelenmemiş ve tercihen siyahlaşmadan -sarı yeşil-mor renk geçişindeki zeytinden elde edilen yağdır. Yandığında en az is yapan yağdır. İyi yağ yendiğinde farkını hissettiren yağdır.
Unutmayın dünya antioksidanların peşinde koşuyor, biz Türkiye'de yaşayan insanların ise büyük şansı var. Dünyanın en yaşlı ağaçları bizde, ağaç zenginliği bizde, zeytinyağı türü zenginliği bizde… Bir de kıymetini bilebilsek.
Ege, zeytinyağı kokuyor
Mehmet YAŞİN
Hürriyet
01.12.2008
Ege'de ekimin son haftasından itibaren zeytin hasadı başlar. Hasat kasımın sonuna kadar sürer. Sonra ortalığı kesif bir zeytinyağı kokusu kaplar. Masalar donanır, lezzetli yemekler eşliğinde kadehler kalkar, o günlerde dağ taş hep zeytinden bahseder. Zeytin hasadı yaşama başka bir keyif verir.
Kasım ayından itibaren tüm Ege zeytinyağı kokmaya başlar. Özellikle Edremit Körfezi'nin etrafında, Kaz Dağları'nda bu koku daha da yoğunlaşır. İnsanın iştahını kabartır. Çünkü bu aylarda zeytin hasadı başlar. Toplanan zeytinler sıkımhanelerde zeytinyağına dönüşür. Ayvalık Ticaret Odası bu aylarda Ayvalık'ta "Zeytin Hasadı Şenlikleri" düzenler. Bu şenliklere hep katılırım. Aslında Ayvalık ve Cunda vazgeçemediğim sevgilimdir. Onu görmek için her bahaneyi kullanırım.
Bu yıl dördüncüsü düzenlenen "Zeytin Hasadına" gittiğimde, hava pırıl pırıl güneşliydi. Kuzeyden kopup gelen serin poyraz ise denizi hırpalıyordu. Poyraza sinirlenip beyaz beyaz köpüren deniz de hıncını kıyıları döverek alıyordu. Hasat her yıl aynı tarihlerde olduğu için, aslında poyrazla deniz arasındaki bu kavgayı -belki de sevişmeyi- biliyordum. Ama yine de bakışlarımı denizden alamıyordum.
Hasadın klasik bir programı vardı. Önce zeytinlikte hasat izleniyor, sonra sıkımhaneye gidilip, sıkım hakkında bilgi alınıyor, seçilen bir çiftlikte ünlü aşçı Yörük Mehmet'in hazırladığı yemekler yeniyor, sonra panelde konuşmacılar dinleniyor ve akşam yemeğinde Cunda'nın olağanüstü lezzetli mezeleri ve balıklarıyla gün bitiriliyordu. Ertesi gün tekrar panelde sorunlar tartışılıyor, öğle yemeği -ve sohbetler- bir akşam önce kalan yerden devam ediyor, zeytin pazarında zeytinyağlarının tadına bakılıyor, hasat Ümit-Cem Boyner çiftinin zeytin ormanlarının içindeki şahane evlerinde verdikleri parti ile son buluyordu.
ESKİ-YENİ TEKNOLOJİ
Program bu yıl da değişmedi. Ama ben programın hasat bölümüne katılmadım. Üç yıldan beri izlediğim için her detayı öğrenmiştim. Zaten yıldan yıla değişen pek bir şey olmuyordu. Zeytin, binlerce yıldan beri ya elle ya da silkme yöntemi ile toplanıyordu. Sıkma işini izlemeyi daha çok seviyordum. Tabii ki preslerde yapılan eski yöntemdi benim sevdiğim. Dev taş tekerleklerin ezip hamur haline getirdiği zeytinlerin çuvalların arasına konması, sonra bu çuvalların preslenmesi, preslenme sırasında akıtılan suyun (karasu) yağın üstünde birikmesi ve su atıldıktan sonra geride kalan zeytinyağının etrafa saçtığı koku... Bu sihirli bir kokuydu. İnsanın tüm hücrelerine sinen bir koku.
Ama artık bu eski teknoloji terk edilmiş, zeytinler yeni teknolojinin, görselliği olmayan makineleriyle sıkılmaya başlamıştı. Teknolojiye karşı değildim ama taş tekerleklerin, çuvalların, elle dönen preslerin zeytinyağına başka bir lezzet kattığına inanıyordum. Hele gökyüzüne doğru uzanan tuğla bacalarıyla eski sıkımhanelerin, zeytine daha yakıştığına saplanıp kalmıştım bir kere.
SAF YAĞIN PEŞİNDE
Yıllardan beri saf zeytinyağının peşinde koşturdum durdum. Hamur haline gelmiş zeytinlerin üstünde biriken yağları, fincanla şişelere doldurmak bir tapınma gibi bir şeydi benim için. Kimsede olmayan bu yağla övünmek, ikram ederken hikayesini anlatmak, beğeni cümlelerini keyifle dinlemek, yıllarca bana mutluluk verdi. Hálá da veriyor.
Şimdilerde de "Zeytin Sütü"nün peşinde koşturup duruyorum. Aslında bu özel yağın, benim fincanla zeytin hamurunun üstünden topladığım yağdan pek farkı yoktu. Burada zeytin hamuru, tülbent torbalara doldurulup asılıyordu. Yağ, torbanın altına konan kapta damla damla birikiyordu. Bir şişeyi dolduracak kadar yağın birikmesi neredeyse bir haftayı buluyordu. İngiliz ve Fransızlar bu yağa nedense "Zeytin Çiçeği" diyorlardı. Bence "Zeytin Sütü" daha yakışan bir isimdi. Bu yağın her derde deva olduğu söyleniyordu. İşte bu yağı, ikiye bölünmüş sıcak yarım ekmeğin içine döküp, üstüne tuz, kırmızı biber, kekik serptikten sonra yemeği hiçbir şeye değişmem. Damak çatlatan bu lezzeti başka hiçbir şeyde bulamam.
HASAT GÜNLERİ
Ayvalık Ticaret Odası'nın düzenlediği "4. zeytin Hasat Günleri" hem çok bilgilendirici hem çok lezzetli geçti. Oda başkanı Rahmi Gencer ile Ayvalık Zeytin Üreticileri Derneği Başkanı Sezai Madra panelde sorunları dile getirdi: Onlardan öğrendiğime göre, devlet üreticiye kilo başına 21 kuruş prim veriyordu. Halbuki bu prim AB ülkelerinde kilo başına 1.32 Euro idi. Dünya pazarında büyük oyuncu olmaya hazırlanan Türkiye'de üretici, artan mazot ve gübre fiyatları, kuraklık gibi olumsuzluklar yüzünden nefes alamaz hale gelmişti. Ayrıca merdiven altı üretim yapan, zeytinyağının içine çeşitli yağlar karıştırıp fiyatı kıranlar da gerçek üreticinin belini büküyordu. Bunun için sektörün tümü kayıt altına alınmalı, markalı ve kutulu yağ üretimi artırılmalıydı.
Bu yıl ki panel konusu ise "Zeytinyağı ve Sağlık" idi. Panele katılan Prof. Dr. Osman Müftüoğlu dili döndüğü kadar bu konuyu anlattı. Panel sonunda anladım ki bu mucize iksirin iyileştirmediği yara, şifa vermediği bir hastalık yoktu. Zeytinyağı yaşam kalitesini artıran gıdaların baş köşesinde oturuyordu.
DAMAK ÇATLATAN TATLAR
Öğle yemeğinde Yörük Mehmet konukları mangalda sucuk ile karşıladı. Ardından güveç ve iç pilav sökün etti. Tabii ki Ege otları ihmal edilmemişti. Masaya konan çanaklardaki erken hasat zümrüt yeşili zeytinyağına ekmekler batıp çıktı. Yemek zeytinyağlı irmik helvası ile noktalandı. Bu ziyafete Sevilen firmasının pembe, kırmızı ve beyaz şarapları eşlik etti.
Akşam yemeklerinin vazgeçilmez adresi ise Cunda Adası'ydı. Sahildeki restoranlar masaları toplamış, kışlık mekanlara çekilmişlerdi. Bay Nihat, yine muhteşem mezeleriyle konukları şaşırttı. Masalara ardı ardına konan tabaklar övgü sözcükleriyle karşılandı ve uğurlandı. Çok yiyenler, "zeytinyağı dokunmaz" sözleriyle avutuldu. Ben de avutulanlardan biriydim. Öylesine çok yedim ki, hatır sormak için gittiğim Nesos'ta Murat'ın ikramlarına ilk kez hayır dedim. Oysa yıllar boyu Nesos benim lezzet sığınağım olmuştu.
Yeme-içme, görme, öğrenme fasılları Boynerler'in evindeki muhteşem partiyle sona erdi. Partide taze nar suyuyla yapılan kokteyl eşliğinde önce yine zeytin konuşuldu. Ama ilerleyen saatlerde zeytinin pabucunun artık dama atıldığını, konunun karadikene (deniz kestanesi), mantıya, papalinaya, köfteye, yaprak sarmasına, müziğe ve dansa kaydığını gözledim.
Son gün her gelişimde yaptığımı yaptım. Önce Dedenin Yeri'nde Ayvalık tostu yaptırdım. Sonra Taş Kahve'ye gittim. Henüz kimsecikler gelmemişti. Kediler kıyıda balıkçı dostlarının yolunu gözlüyordu. Sessizliğin ve kış başı güneşinin tadını çıkardım.
Gelecek hasada sizi de bekleriz. Ama Ayvalık'a gitmek için hasadı beklemeye gerek yok. Her an bir bahane bulunabilir. Yeter ki siz niyetlenin. Giderseniz pişman olmazsınız..
Tanrı'nın ışığı, damakta yaşayan Akdeniz tadı
Yani öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı / yetmişinde bile / mesela zeytin ağacı dikeceksin.
Hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil / ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için / yaşamak yanı ağır bastığından...
Böyle diyor Nazım Hikmet. Zeytin ağacı dikmeyi, yaşamı ciddiye almanın göstergelerinden biri sayıyor. Ne şanslı ağaçtır ki, asırlar boyu yazarların övgülerine konu olmuş, hep sevilmiş, barışı simgelediği için başlara taç edilmiştir. Zeytin ağacı dendi mi, ardından akıllara hemen deniz gelmiştir. Zaferi, ödülü, arınmayı, gücü çağrıştırmıştır hep. Bir yanından lezzeti damlatırken, diğer yanından şifa dağıtmıştır.
Deniz deyince; zeytinin denizi Akdeniz'dir. Onun kıyılarında hayat bulup, hayat vermiştir. Bunu en güzel Akdeniz'in yazarı Lawrance Durrell anlatabilir: "Bütün Akdeniz, heykeller, palmiyeler, altın kolyeler, sakallı kahramanlar, şarap, fikirler, gemiler, ayışığı, kanatlı gorgonlar, bronz adamlar, filozoflar... Yani Akdeniz'in tümü dişlerin arasındaki kara zeytinin ekşi, sert tadından çıkmış gibi. Etten ve şaraptan daha eski bir tattan. Soğuk su kadar eski bir tattan." Georges Duhamel ise zeytin ağacının vazgeçtiği yerde Akdeniz'in de bittiğini söyler. Arif Damar, bir zeytin ağacı gibi bin yıl severek yaşamaya davet eder.
Çok zengin bir sembolizması vardır. Ortaçağda altını ve aşkı simgeler. Angelus Silesius, Süleyman Mabedi'nden esinlenerek, "Kapında altın renkli zeytin ağacı görürsem, seni o dakika Tanrının Kutsal Mabedi bilirim" diye yazar. Japonya'da ise başarının sembolüdür. Zafer ağacıdır. Bir başka inanca göre, seçilmişler cennetini sembolize eder.
Kutsaldır. Kuran'da Nur suresi der ki: "Allah, göklerin ve yerin nurudur. O'nun nurunun sıfatı, sanki içinde ışık bulunan penceresiz bir hücredir. O ışık, bir cam muhafaza içindedir. Camda sanki inci gibi parlayan bir yıldızdır. Bu ışık, güneşin doğuşunda ve batışında gölgelenmeyen mübarek bir zeytin ağacının yağından yakılır. O'nun yağı, kendisine bir ateş dokunmasa bile hemen ışık verir. Bu ışık, nur üstüne nurdur..."
Bir inanışa göre, İsa'nın çarmıha gerilişini, havarilerden başka orada bulunan sekiz zeytin ağacı da görür. Onun için Hıristiyanlar için zeytin İsa'nın gözyaşını sembolize eder. Zeytinyağı, vaftiz törenlerinin kutsal yağıdır. Nuh peygamber büyük tufanın bittiğini, beyaz güvercinin getirdiği zeytin dalından anlar.
Hürriyet
01.12.2008
Ege'de ekimin son haftasından itibaren zeytin hasadı başlar. Hasat kasımın sonuna kadar sürer. Sonra ortalığı kesif bir zeytinyağı kokusu kaplar. Masalar donanır, lezzetli yemekler eşliğinde kadehler kalkar, o günlerde dağ taş hep zeytinden bahseder. Zeytin hasadı yaşama başka bir keyif verir.
Kasım ayından itibaren tüm Ege zeytinyağı kokmaya başlar. Özellikle Edremit Körfezi'nin etrafında, Kaz Dağları'nda bu koku daha da yoğunlaşır. İnsanın iştahını kabartır. Çünkü bu aylarda zeytin hasadı başlar. Toplanan zeytinler sıkımhanelerde zeytinyağına dönüşür. Ayvalık Ticaret Odası bu aylarda Ayvalık'ta "Zeytin Hasadı Şenlikleri" düzenler. Bu şenliklere hep katılırım. Aslında Ayvalık ve Cunda vazgeçemediğim sevgilimdir. Onu görmek için her bahaneyi kullanırım.
Bu yıl dördüncüsü düzenlenen "Zeytin Hasadına" gittiğimde, hava pırıl pırıl güneşliydi. Kuzeyden kopup gelen serin poyraz ise denizi hırpalıyordu. Poyraza sinirlenip beyaz beyaz köpüren deniz de hıncını kıyıları döverek alıyordu. Hasat her yıl aynı tarihlerde olduğu için, aslında poyrazla deniz arasındaki bu kavgayı -belki de sevişmeyi- biliyordum. Ama yine de bakışlarımı denizden alamıyordum.
Hasadın klasik bir programı vardı. Önce zeytinlikte hasat izleniyor, sonra sıkımhaneye gidilip, sıkım hakkında bilgi alınıyor, seçilen bir çiftlikte ünlü aşçı Yörük Mehmet'in hazırladığı yemekler yeniyor, sonra panelde konuşmacılar dinleniyor ve akşam yemeğinde Cunda'nın olağanüstü lezzetli mezeleri ve balıklarıyla gün bitiriliyordu. Ertesi gün tekrar panelde sorunlar tartışılıyor, öğle yemeği -ve sohbetler- bir akşam önce kalan yerden devam ediyor, zeytin pazarında zeytinyağlarının tadına bakılıyor, hasat Ümit-Cem Boyner çiftinin zeytin ormanlarının içindeki şahane evlerinde verdikleri parti ile son buluyordu.
ESKİ-YENİ TEKNOLOJİ
Program bu yıl da değişmedi. Ama ben programın hasat bölümüne katılmadım. Üç yıldan beri izlediğim için her detayı öğrenmiştim. Zaten yıldan yıla değişen pek bir şey olmuyordu. Zeytin, binlerce yıldan beri ya elle ya da silkme yöntemi ile toplanıyordu. Sıkma işini izlemeyi daha çok seviyordum. Tabii ki preslerde yapılan eski yöntemdi benim sevdiğim. Dev taş tekerleklerin ezip hamur haline getirdiği zeytinlerin çuvalların arasına konması, sonra bu çuvalların preslenmesi, preslenme sırasında akıtılan suyun (karasu) yağın üstünde birikmesi ve su atıldıktan sonra geride kalan zeytinyağının etrafa saçtığı koku... Bu sihirli bir kokuydu. İnsanın tüm hücrelerine sinen bir koku.
Ama artık bu eski teknoloji terk edilmiş, zeytinler yeni teknolojinin, görselliği olmayan makineleriyle sıkılmaya başlamıştı. Teknolojiye karşı değildim ama taş tekerleklerin, çuvalların, elle dönen preslerin zeytinyağına başka bir lezzet kattığına inanıyordum. Hele gökyüzüne doğru uzanan tuğla bacalarıyla eski sıkımhanelerin, zeytine daha yakıştığına saplanıp kalmıştım bir kere.
SAF YAĞIN PEŞİNDE
Yıllardan beri saf zeytinyağının peşinde koşturdum durdum. Hamur haline gelmiş zeytinlerin üstünde biriken yağları, fincanla şişelere doldurmak bir tapınma gibi bir şeydi benim için. Kimsede olmayan bu yağla övünmek, ikram ederken hikayesini anlatmak, beğeni cümlelerini keyifle dinlemek, yıllarca bana mutluluk verdi. Hálá da veriyor.
Şimdilerde de "Zeytin Sütü"nün peşinde koşturup duruyorum. Aslında bu özel yağın, benim fincanla zeytin hamurunun üstünden topladığım yağdan pek farkı yoktu. Burada zeytin hamuru, tülbent torbalara doldurulup asılıyordu. Yağ, torbanın altına konan kapta damla damla birikiyordu. Bir şişeyi dolduracak kadar yağın birikmesi neredeyse bir haftayı buluyordu. İngiliz ve Fransızlar bu yağa nedense "Zeytin Çiçeği" diyorlardı. Bence "Zeytin Sütü" daha yakışan bir isimdi. Bu yağın her derde deva olduğu söyleniyordu. İşte bu yağı, ikiye bölünmüş sıcak yarım ekmeğin içine döküp, üstüne tuz, kırmızı biber, kekik serptikten sonra yemeği hiçbir şeye değişmem. Damak çatlatan bu lezzeti başka hiçbir şeyde bulamam.
HASAT GÜNLERİ
Ayvalık Ticaret Odası'nın düzenlediği "4. zeytin Hasat Günleri" hem çok bilgilendirici hem çok lezzetli geçti. Oda başkanı Rahmi Gencer ile Ayvalık Zeytin Üreticileri Derneği Başkanı Sezai Madra panelde sorunları dile getirdi: Onlardan öğrendiğime göre, devlet üreticiye kilo başına 21 kuruş prim veriyordu. Halbuki bu prim AB ülkelerinde kilo başına 1.32 Euro idi. Dünya pazarında büyük oyuncu olmaya hazırlanan Türkiye'de üretici, artan mazot ve gübre fiyatları, kuraklık gibi olumsuzluklar yüzünden nefes alamaz hale gelmişti. Ayrıca merdiven altı üretim yapan, zeytinyağının içine çeşitli yağlar karıştırıp fiyatı kıranlar da gerçek üreticinin belini büküyordu. Bunun için sektörün tümü kayıt altına alınmalı, markalı ve kutulu yağ üretimi artırılmalıydı.
Bu yıl ki panel konusu ise "Zeytinyağı ve Sağlık" idi. Panele katılan Prof. Dr. Osman Müftüoğlu dili döndüğü kadar bu konuyu anlattı. Panel sonunda anladım ki bu mucize iksirin iyileştirmediği yara, şifa vermediği bir hastalık yoktu. Zeytinyağı yaşam kalitesini artıran gıdaların baş köşesinde oturuyordu.
DAMAK ÇATLATAN TATLAR
Öğle yemeğinde Yörük Mehmet konukları mangalda sucuk ile karşıladı. Ardından güveç ve iç pilav sökün etti. Tabii ki Ege otları ihmal edilmemişti. Masaya konan çanaklardaki erken hasat zümrüt yeşili zeytinyağına ekmekler batıp çıktı. Yemek zeytinyağlı irmik helvası ile noktalandı. Bu ziyafete Sevilen firmasının pembe, kırmızı ve beyaz şarapları eşlik etti.
Akşam yemeklerinin vazgeçilmez adresi ise Cunda Adası'ydı. Sahildeki restoranlar masaları toplamış, kışlık mekanlara çekilmişlerdi. Bay Nihat, yine muhteşem mezeleriyle konukları şaşırttı. Masalara ardı ardına konan tabaklar övgü sözcükleriyle karşılandı ve uğurlandı. Çok yiyenler, "zeytinyağı dokunmaz" sözleriyle avutuldu. Ben de avutulanlardan biriydim. Öylesine çok yedim ki, hatır sormak için gittiğim Nesos'ta Murat'ın ikramlarına ilk kez hayır dedim. Oysa yıllar boyu Nesos benim lezzet sığınağım olmuştu.
Yeme-içme, görme, öğrenme fasılları Boynerler'in evindeki muhteşem partiyle sona erdi. Partide taze nar suyuyla yapılan kokteyl eşliğinde önce yine zeytin konuşuldu. Ama ilerleyen saatlerde zeytinin pabucunun artık dama atıldığını, konunun karadikene (deniz kestanesi), mantıya, papalinaya, köfteye, yaprak sarmasına, müziğe ve dansa kaydığını gözledim.
Son gün her gelişimde yaptığımı yaptım. Önce Dedenin Yeri'nde Ayvalık tostu yaptırdım. Sonra Taş Kahve'ye gittim. Henüz kimsecikler gelmemişti. Kediler kıyıda balıkçı dostlarının yolunu gözlüyordu. Sessizliğin ve kış başı güneşinin tadını çıkardım.
Gelecek hasada sizi de bekleriz. Ama Ayvalık'a gitmek için hasadı beklemeye gerek yok. Her an bir bahane bulunabilir. Yeter ki siz niyetlenin. Giderseniz pişman olmazsınız..
Tanrı'nın ışığı, damakta yaşayan Akdeniz tadı
Yani öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı / yetmişinde bile / mesela zeytin ağacı dikeceksin.
Hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil / ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için / yaşamak yanı ağır bastığından...
Böyle diyor Nazım Hikmet. Zeytin ağacı dikmeyi, yaşamı ciddiye almanın göstergelerinden biri sayıyor. Ne şanslı ağaçtır ki, asırlar boyu yazarların övgülerine konu olmuş, hep sevilmiş, barışı simgelediği için başlara taç edilmiştir. Zeytin ağacı dendi mi, ardından akıllara hemen deniz gelmiştir. Zaferi, ödülü, arınmayı, gücü çağrıştırmıştır hep. Bir yanından lezzeti damlatırken, diğer yanından şifa dağıtmıştır.
Deniz deyince; zeytinin denizi Akdeniz'dir. Onun kıyılarında hayat bulup, hayat vermiştir. Bunu en güzel Akdeniz'in yazarı Lawrance Durrell anlatabilir: "Bütün Akdeniz, heykeller, palmiyeler, altın kolyeler, sakallı kahramanlar, şarap, fikirler, gemiler, ayışığı, kanatlı gorgonlar, bronz adamlar, filozoflar... Yani Akdeniz'in tümü dişlerin arasındaki kara zeytinin ekşi, sert tadından çıkmış gibi. Etten ve şaraptan daha eski bir tattan. Soğuk su kadar eski bir tattan." Georges Duhamel ise zeytin ağacının vazgeçtiği yerde Akdeniz'in de bittiğini söyler. Arif Damar, bir zeytin ağacı gibi bin yıl severek yaşamaya davet eder.
Çok zengin bir sembolizması vardır. Ortaçağda altını ve aşkı simgeler. Angelus Silesius, Süleyman Mabedi'nden esinlenerek, "Kapında altın renkli zeytin ağacı görürsem, seni o dakika Tanrının Kutsal Mabedi bilirim" diye yazar. Japonya'da ise başarının sembolüdür. Zafer ağacıdır. Bir başka inanca göre, seçilmişler cennetini sembolize eder.
Kutsaldır. Kuran'da Nur suresi der ki: "Allah, göklerin ve yerin nurudur. O'nun nurunun sıfatı, sanki içinde ışık bulunan penceresiz bir hücredir. O ışık, bir cam muhafaza içindedir. Camda sanki inci gibi parlayan bir yıldızdır. Bu ışık, güneşin doğuşunda ve batışında gölgelenmeyen mübarek bir zeytin ağacının yağından yakılır. O'nun yağı, kendisine bir ateş dokunmasa bile hemen ışık verir. Bu ışık, nur üstüne nurdur..."
Bir inanışa göre, İsa'nın çarmıha gerilişini, havarilerden başka orada bulunan sekiz zeytin ağacı da görür. Onun için Hıristiyanlar için zeytin İsa'nın gözyaşını sembolize eder. Zeytinyağı, vaftiz törenlerinin kutsal yağıdır. Nuh peygamber büyük tufanın bittiğini, beyaz güvercinin getirdiği zeytin dalından anlar.
Tarımı geçen yıl kuraklık bu yıl kriz vurdu…
Ali Ekber Yıldırım
Dünya Gazetesi
4 Aralık 2008
Tarım sektörü geçen yıl yaşanan kuraklığın zararını atlatamadan bu yıl da ekonomik krizle sarsıldı. Üretici girdi maliyetlerindeki artış nedeniyle ürününü zararına satarken, tüccar ve ihracatçı ise krizin etkisi ile düşen talep nedeniyle aldığı ürünü daha düşük fiyattan satmak zorunda kaldığı için büyük zarara uğruyor.
İhraç ürünleri olumsuz etkileniyor
Krizden en çok etkilenen tarım ürünleri ise ağırlıklı olarak Amerika ve Avrupa Birliği'ne ihraç edilen ürünler. Ekonomik kriz nedeniyle bu ülkelerde yaşanan talep daralması ihracatı olumsuz etkiliyor. Türkiye İhracatçılar Meclisi(TİM) Kasım ayı ihracat verilerine göre, değer bazında fındıkta yüzde 43, meyve ve sebze mamullerinde yüzde 22.35, tütünde yüzde 22.39, tarıma dayalı işlenmiş ürünlerde yüzde 22.21 oranında gerileme var.
Üretim tehdit altında
Dövizdeki artış nedeniyle ithal edilen gübre, ilaç, tohum ve diğer girdi fiyatlarının yükselmesi üretici maliyetlerini daha da artırdı.Girdi maliyetlerindeki bu artış nedeniyle üretim tehdit altında. Özelikle son bir yılda yüzde 150′yi aşan gübre fiyatlarındaki artış nedeniyle çiftçi gübre alamıyor. Gübre tüketiminin yüzde 40-50 oranında azalması beklenirken, ekonomik krizin sürmesi durumunda bazı çiftçilerin mazot alamayacağı ve üretim yapamayacağı ifade ediliyor.
Ali Ekber YILDIRIM
İZMİR- Tarım sektörünü geçen yıl kuraklık bu yıl ise ekonomik kriz vurdu. Geçen yıl kuraklık nedeniyle bir çok üründe üretim düşerken, fiyatların aşırı yükselmesi tüketicileri de zorladı. Dünyayı kasıp kavuran gıda krizinin etkileri 2008′e de yansıdı. Gıda krizinin etkileri sürerken, Amerika'dan başlayarak bütün dünyayı saran büyük ekonomik kriz tarım sektörünü de vurmaya başladı.
Geçen yıl kuraklık nedeniyle yükselen gıda fiyatları bu yıl üretim artışı nedeniyle hasat döneminde büyük oranda düştü. Bu nedenle üretici ürününü geçen yıla oranla düşük fiyattan satmak zorunda kaldı. Toparlanma sürecine girilirken ekonomik krizin etkisi ile bir çok ürüne talep azaldı. Bu da fiyatların bir kez daha düşmesine neden oldu. İlk fiyat düşüşünden üretici zarar görürken ikinci dalgada toptancı, tüccar ve ihracatçı zarara uğradı. Pazar daralması nedeniyle krizin etkileri en çok ihraç ürünlerinde hissediliyor. İhracattaki daralma iç piyasada fiyatları aşağı çekerken, yüksek fiyattan ürün alarak stok yapan gıda firmaları da zor duruma düştü.
İhracatta büyük düşüş
İhracata yönelik tarım ürünlerinde çok ciddi sıkıntı yaşanıyor. Özellikle büyük bölümü Avrupa Birliği ve Amerika ve Rusya'ya ihraç edilen başta fındık, zeytin ve zeytinyağı, yaş meyve ve sebze olmak üzere tüm ihraç ürünlerinde büyük sıkıntı yaşanıyor. Türkiye'nin en fazla ihracat geliri elde ettiği fındıkta kasım ayında yüzde 43 oranında bir düşüş yaşandı. Meyve ve sebzede mamullerinde ihracat yüzde 22.35 azalırken aynı dönemde zeytin ve zeytinyağı ihracatında yüzde 14.51, tütünde yüzde 22.39, tarıma dayalı işlenmiş sanayi ürünleri ihracatı da yüzde 22.21 oranında geriledi. İhracattaki bu düşüş trendinin özellikle de Avrupa Birliği ve Amerika'ya yönelik ihraç ürünlerinde devam etmesi bekleniyor.
Dövizdeki artış işe yaramadı
Yıllardan beri düşük kur politikasından şikayet eden ve rekabet edememekten şikayet eden tarım sektörü, dövizdeki artıştan da umduğunu bulamadı. Ekonomik kriz nedeniyle dövizde artış olduğunu ancak talep daralması nedeniyle ürün satamadıklarını ifade eden sektör temsilcileri: "Dövizdeki bu artış hiç bir işe yaramadı. Ürün satamadığımız için veya ucuza satmak zorunda kaldığımız için döviz artışının bir yararı olmadı. Üstelik döviz artışı ithal girdilerin fiyatını artırdı ve üretim daha da zorlaştı." görüşünü dile getirdi. Bankaların 12 milyar YTL' ye ulaşan tarım kredilerinde bugüne kadar geri ödemelerde ciddi bir sıkıntı yaşanmazken, son günlerde bir çok bölgeden bankaların alacaklarını icra yoluyla tahsil etmeye yöneldiği bildiriliyor. Yüksek fiyatla ürün alan ve ihracat yapamayan tarıma dayalı gıda işletmeleri bankaların kredileri geri çağırmaları nedeniyle iflasa sürükleneceği ifade ediliyor. Hükümetin tarıma yönelik hiçbir önlem almaması ve üreticiye ödenmesi gereken desteklerin zamanında ödenmemesi bankacıları da endişelendiriyor.
Krizden en çok etkilenen ürünler
Ekonomik krizden en çok etkilenen ürünlerin başında tekstil ve konfeksiyon sektöründeki sıkıntıdan dolayı pamuk oldu. Tariş İncir, Pamuk ve Yağlı Tohumlar Tarım Satış Kooperatifleri Birlikleri Genel Müdürü Hüseyin Velioğlu, lif pamuk fiyatının ramazandan önce 2.20 YTL olduğunu bugünlerde ise 1.75 YTL' ye kadar gerilediğini belirterek dünyada da pamuk fiyatının hızla düştüğüne dikkat çekti. Ekonomik kriz nedeniyle tüketimin çok daraldığını hatırlatan Velioğlu: "Kriz nedeniyle giysi alımı erteleniyor. Tekstil sektörünün durumu ortada. Türkiye'de 371 iplik fabrikasından 201′i kapandı. Bu ortamda kim pamuk alır. Tekstil ve konfeksiyonun merkezi konumundaki Amerika ve Avrupa Birliği'nde kriz çok daha büyük. Bu nedenle önümüzdeki 4-5 ayda da pamukta bir toparlanma beklemiyoruz." dedi.
Tariş' in tüm sıkıntılara rağmen üreticiden pamuk aldığını ve parasını da büyük ölçüde ödediğini belirten Hüseyin Velioğlu: "Pamuğu aldık ancak, alıcı olmadığı için satamıyoruz. Türkiye'de kooperatifçilik ne yazık ki çok zor şartlarda yapılıyor. Biz çiftçinin zarar görmemesi, mağdur olmaması için çalışıyoruz. Pamuğu alıp stokluyoruz.Bunun bir maliyeti var. Ama bu konuda hiçbir destek yok. Bugün birlikler olmasa pamuk üretimi tamamen biter." diye konuştu. Velioğlu, üreticiden aldıkları pamuğun bedelini büyük ölçüde ödediklerini kalanı da bayram öncesinde ödeneceğini sözlerine ekledi.
Zeytin ve zeytinyağında fiyat düşüyor
Dünyanın en büyük zeytin ve zeytinyağı üreticisi olan İspanya'da ve diğer üretici ülkelerde olduğu gibi Türkiye'de de zeytin ve zeytinyağı fiyatı geriliyor. Zeytin hasadı başlamadan ham yağ fiyatı aşağı çekildi. Sezon öncesinde 5 asit yağ 4.5 YTL' den satılırken, şimdi 3 ile 3.5 YTL teklif ediliyor. Tariş Zeytinyağı Birliği 2.5 YTL ön ödeme fiyatı açıkladı. Daha sonra fiyatını kesinleştirecek. Marmara Zeytin Tarım ve Satış Kooperatifleri Birliği zeytin alım fiyatını kilogram başına 1.15 ile 4 YTL arasında açıkladı. Ödemelerin yüzde 60′ını peşin yapan Marmarabirlik, geri kalan ödemeleri Temmuz 2009′a kadar yapacak.İç piyasada ciddi sıkıntı yaşanırken ihracatçıların Dahilde İşleme Rejimi kapsamında ithalat talebinde bulunması üreticileri ciddi olarak endişelendiriyor ve fiyat üzerinde ciddi baskı oluşturuyor.
Fındıkta iflaslar kapıda
Yüksek oranda finansman ihtiyacı nedeniyle bankaların en fazla kredi kullandırdıkları ürünlerden biri olan fındıkta fiyatın geçen yıla göre düşük olmasına rağmen özellikle dövizle borçlanan ihracatçı firmalar zorlanıyor. Bazı bankaların kredileri geri çağırması fındık ihraç eden firmaları iflas noktasına getirdi. Fındık ihracatın miktar olarak büyük bir düşüş olmamasına rağmen değer olarak Kasım'da yüzde 43 oranında düşmesi sektördeki sıkıntının boyutlarını gösteriyor. Üretici ile tüccar arasında fındık alıp satan bir çok manav kapanırken, fındık ihraç eden firmalar ve entegre tesis sahiplerini de sıkıntılı bir dönem bekliyor.
Trakya'da küçük üretici üretimden çekiliyor
Ayçiçeği, buğday, çeltik ağırlıklı bir üretim desenine sahip olan Trakya Bölgesi'nde küçük üreticiler üretimden koparken 1950′lerdeki büyük çiftlik modeline dönüş yaşanıyor. Bölge tarımını yakından izleyen Garanti Bankası Avrupa 3.Bölge Krediler Müdürlüğü Yönetmeni Halil Yavuz, 100 dekarın altında, bazı bölgelerde 150 dekarın altındaki araziye sahip çiftçilerin üretimi sürdürmekte zorlandığını ve tarlalarını satmaya başladığını söyledi. Ekonomik krizin de etkisi ile Trakya'da 1950′lerdeki büyük çiftlik modeline bir dönüş olacağını belirten Yavuz: " Küçük çiftçi ürününü satarken brüt gelirine bakıyor. Bunun sürdürülebilir bir yanı yok. Girdileri borçlanarak alan ve daha sonra ödemekte zorlanan, ürününü ise brüt gelirine bakarak satan çiftçinin üretimi sürdürmesi çok zor. Kaldı ki son dönemde bu şekilde hesap bilmeden üretim yapanların giderek üretimden koptuğunu ve elindeki araziyi çıkarmak zorunda kaldığını bu arazileri toplayan büyük çiftliklerin oluşmaya başladığını görüyoruz." diye konuştu.
Trakya'da buğday, ayçiçeği ve kanolada hasat başlarken yüksek fiyattan alım yapanların düşen fiyatlar karşısında çok büyük zarara uğradığını vurgulayan Yavuz, bu nedenle iflasların yaşanabileceğini söyledi. Büyük umutlar bağlanan ve çok sayıda üreticinin ekim yaptığı kanola da hasat başlarken kilogramı 1 YTL' den satılırken bu günlerde 65 kuruşa düştüğünü hatırlatan Yavuz, özelli,kle yüksek fiyattan alan ve stok yapan firmaların zor duruma düştüğünü söyledi. Yavuz, benzer bir durumun ayçiçeğinde de yaşandığını sözlerine ekledi.
Çiğ süt fiyatı ilk kez sonbaharda düştü
Son yıllarda ilk kez sonbaharda çiğ süt fiyatında düşüş oldu. Geçmiş yıllarda genellikle süt üretiminin yoğun olduğu ilkbaharda fiyat düşer, üretimin azaldığı sonbaharda ise fiyat yükselirdi. Bu yıl ilk kez kasım,aralık aylarında çiğ süt alım fiyatı yüzde 10 oranında düştü. Çiğ sütün litre fiyatı ortalama 62.5 yeni kuruştan 56.5 yeni kuruşa geriledi. Yem başta olmak üzere girdi fiyatlarındaki artış nedeniyle para kazanamadığı için süt ineklerini kesime gönderen üreticiyi zor günler bekliyor. Sütü üreticiden alıp paketleyerek marketlere veren sanayiciler ise, ekonomik kriz nedeniyle parasını zamanında alamamanın sıkıntısını yaşıyor. Hipermarketler sanayicilerden aldığı sütün parasını 3-4 aya varan vadelerde ödüyor. Süt fiyatlarındaki bu düşüş hayvancılık yatırımlarının büyük ölçüde durmasına neden oldu.
Hükümet önlem almalı
Tarım sektöründe yaşanan sıkıntıların önümüzdeki günlerde de devam edeceğini bu nedenle hükümetin açıklayacağı önlem paketinde mutlaka tarıma da yer vermesi gerektiğini savunan sektör temsilcileri, öncelikle çiftçilere ödenmesi gereken 2007 desteklerinin ve 2008′den hak edilmiş alacakların hemen ödenmesini istiyor. Çiftçi borçlarının yeniden yapılandırılmasını ve bunun sadece Ziraat bankası ile değil diğer bankalarda da uygulanmasını isteyen sektör temsilcileri ihracat desteklerinin de artırılmasını istiyor.
Krizden en çok etkilenen ürünler
Fındık: İhracat miktarında ciddi bir düşüş olmamasına rağmen fiyat düşüşü nedeniyle ihracat geliri Kasım'da geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 43 geriledi. Bankaların kredileri geri çağırması ve dövizle borçlanan ihracatçı firmalar zor durumda
Pamuk: Türkiye'deki 371 iplik fabrikasından 201′inin kapanması pamuk piyasasının durmasına neden oldu. Lif pamuk fiyatı 2.20 YTL' den, 1.75 YTL' ye düşmesine rağmen alıcı yok
Zeytinyağı: En büyük üretici İspanya'da fiyatların gerilemesi, Türkiye'yi de olumsuz etkiledi. Hasat öncesi litresi 4.5 YTL olan 5 asit ham zeytinyağı fiyatı 3 YTL' ye düştü
Kanola: Hasat döneminde kilosu 1 YTL' den satılan kanola 65 yeni kuruşa geriledi. Yüksek fiyattan ürün alanlar zor duruma düştü
Çiğ süt: Bu yıl ilk kez kasım,aralık aylarında çiğ süt alım fiyatı yüzde 10 oranında düştü. Çiğ sütün litre fiyatı ortalama 62.5 yeni kuruştan 56.5 yeni kuruşa geriledi. Bazı bölgelerde 5 yeni kuruşluk daha gerilemesi. Hipermarketler sanayicilerden aldığı sütün parasını 3-4 aya varan vadelerde ödüyor.
Hayvancılık: Süt fiyatlarındaki düşüş ve desteklerin zamanında ödenmemesi nedeniyle hayvancılık yatırımları durma noktasına geldi. Yem fiyatlarındaki artış nedeniyle çok sayıda besi işletmesi kapandı
Dünya Gazetesi
4 Aralık 2008
Tarım sektörü geçen yıl yaşanan kuraklığın zararını atlatamadan bu yıl da ekonomik krizle sarsıldı. Üretici girdi maliyetlerindeki artış nedeniyle ürününü zararına satarken, tüccar ve ihracatçı ise krizin etkisi ile düşen talep nedeniyle aldığı ürünü daha düşük fiyattan satmak zorunda kaldığı için büyük zarara uğruyor.
İhraç ürünleri olumsuz etkileniyor
Krizden en çok etkilenen tarım ürünleri ise ağırlıklı olarak Amerika ve Avrupa Birliği'ne ihraç edilen ürünler. Ekonomik kriz nedeniyle bu ülkelerde yaşanan talep daralması ihracatı olumsuz etkiliyor. Türkiye İhracatçılar Meclisi(TİM) Kasım ayı ihracat verilerine göre, değer bazında fındıkta yüzde 43, meyve ve sebze mamullerinde yüzde 22.35, tütünde yüzde 22.39, tarıma dayalı işlenmiş ürünlerde yüzde 22.21 oranında gerileme var.
Üretim tehdit altında
Dövizdeki artış nedeniyle ithal edilen gübre, ilaç, tohum ve diğer girdi fiyatlarının yükselmesi üretici maliyetlerini daha da artırdı.Girdi maliyetlerindeki bu artış nedeniyle üretim tehdit altında. Özelikle son bir yılda yüzde 150′yi aşan gübre fiyatlarındaki artış nedeniyle çiftçi gübre alamıyor. Gübre tüketiminin yüzde 40-50 oranında azalması beklenirken, ekonomik krizin sürmesi durumunda bazı çiftçilerin mazot alamayacağı ve üretim yapamayacağı ifade ediliyor.
Ali Ekber YILDIRIM
İZMİR- Tarım sektörünü geçen yıl kuraklık bu yıl ise ekonomik kriz vurdu. Geçen yıl kuraklık nedeniyle bir çok üründe üretim düşerken, fiyatların aşırı yükselmesi tüketicileri de zorladı. Dünyayı kasıp kavuran gıda krizinin etkileri 2008′e de yansıdı. Gıda krizinin etkileri sürerken, Amerika'dan başlayarak bütün dünyayı saran büyük ekonomik kriz tarım sektörünü de vurmaya başladı.
Geçen yıl kuraklık nedeniyle yükselen gıda fiyatları bu yıl üretim artışı nedeniyle hasat döneminde büyük oranda düştü. Bu nedenle üretici ürününü geçen yıla oranla düşük fiyattan satmak zorunda kaldı. Toparlanma sürecine girilirken ekonomik krizin etkisi ile bir çok ürüne talep azaldı. Bu da fiyatların bir kez daha düşmesine neden oldu. İlk fiyat düşüşünden üretici zarar görürken ikinci dalgada toptancı, tüccar ve ihracatçı zarara uğradı. Pazar daralması nedeniyle krizin etkileri en çok ihraç ürünlerinde hissediliyor. İhracattaki daralma iç piyasada fiyatları aşağı çekerken, yüksek fiyattan ürün alarak stok yapan gıda firmaları da zor duruma düştü.
İhracatta büyük düşüş
İhracata yönelik tarım ürünlerinde çok ciddi sıkıntı yaşanıyor. Özellikle büyük bölümü Avrupa Birliği ve Amerika ve Rusya'ya ihraç edilen başta fındık, zeytin ve zeytinyağı, yaş meyve ve sebze olmak üzere tüm ihraç ürünlerinde büyük sıkıntı yaşanıyor. Türkiye'nin en fazla ihracat geliri elde ettiği fındıkta kasım ayında yüzde 43 oranında bir düşüş yaşandı. Meyve ve sebzede mamullerinde ihracat yüzde 22.35 azalırken aynı dönemde zeytin ve zeytinyağı ihracatında yüzde 14.51, tütünde yüzde 22.39, tarıma dayalı işlenmiş sanayi ürünleri ihracatı da yüzde 22.21 oranında geriledi. İhracattaki bu düşüş trendinin özellikle de Avrupa Birliği ve Amerika'ya yönelik ihraç ürünlerinde devam etmesi bekleniyor.
Dövizdeki artış işe yaramadı
Yıllardan beri düşük kur politikasından şikayet eden ve rekabet edememekten şikayet eden tarım sektörü, dövizdeki artıştan da umduğunu bulamadı. Ekonomik kriz nedeniyle dövizde artış olduğunu ancak talep daralması nedeniyle ürün satamadıklarını ifade eden sektör temsilcileri: "Dövizdeki bu artış hiç bir işe yaramadı. Ürün satamadığımız için veya ucuza satmak zorunda kaldığımız için döviz artışının bir yararı olmadı. Üstelik döviz artışı ithal girdilerin fiyatını artırdı ve üretim daha da zorlaştı." görüşünü dile getirdi. Bankaların 12 milyar YTL' ye ulaşan tarım kredilerinde bugüne kadar geri ödemelerde ciddi bir sıkıntı yaşanmazken, son günlerde bir çok bölgeden bankaların alacaklarını icra yoluyla tahsil etmeye yöneldiği bildiriliyor. Yüksek fiyatla ürün alan ve ihracat yapamayan tarıma dayalı gıda işletmeleri bankaların kredileri geri çağırmaları nedeniyle iflasa sürükleneceği ifade ediliyor. Hükümetin tarıma yönelik hiçbir önlem almaması ve üreticiye ödenmesi gereken desteklerin zamanında ödenmemesi bankacıları da endişelendiriyor.
Krizden en çok etkilenen ürünler
Ekonomik krizden en çok etkilenen ürünlerin başında tekstil ve konfeksiyon sektöründeki sıkıntıdan dolayı pamuk oldu. Tariş İncir, Pamuk ve Yağlı Tohumlar Tarım Satış Kooperatifleri Birlikleri Genel Müdürü Hüseyin Velioğlu, lif pamuk fiyatının ramazandan önce 2.20 YTL olduğunu bugünlerde ise 1.75 YTL' ye kadar gerilediğini belirterek dünyada da pamuk fiyatının hızla düştüğüne dikkat çekti. Ekonomik kriz nedeniyle tüketimin çok daraldığını hatırlatan Velioğlu: "Kriz nedeniyle giysi alımı erteleniyor. Tekstil sektörünün durumu ortada. Türkiye'de 371 iplik fabrikasından 201′i kapandı. Bu ortamda kim pamuk alır. Tekstil ve konfeksiyonun merkezi konumundaki Amerika ve Avrupa Birliği'nde kriz çok daha büyük. Bu nedenle önümüzdeki 4-5 ayda da pamukta bir toparlanma beklemiyoruz." dedi.
Tariş' in tüm sıkıntılara rağmen üreticiden pamuk aldığını ve parasını da büyük ölçüde ödediğini belirten Hüseyin Velioğlu: "Pamuğu aldık ancak, alıcı olmadığı için satamıyoruz. Türkiye'de kooperatifçilik ne yazık ki çok zor şartlarda yapılıyor. Biz çiftçinin zarar görmemesi, mağdur olmaması için çalışıyoruz. Pamuğu alıp stokluyoruz.Bunun bir maliyeti var. Ama bu konuda hiçbir destek yok. Bugün birlikler olmasa pamuk üretimi tamamen biter." diye konuştu. Velioğlu, üreticiden aldıkları pamuğun bedelini büyük ölçüde ödediklerini kalanı da bayram öncesinde ödeneceğini sözlerine ekledi.
Zeytin ve zeytinyağında fiyat düşüyor
Dünyanın en büyük zeytin ve zeytinyağı üreticisi olan İspanya'da ve diğer üretici ülkelerde olduğu gibi Türkiye'de de zeytin ve zeytinyağı fiyatı geriliyor. Zeytin hasadı başlamadan ham yağ fiyatı aşağı çekildi. Sezon öncesinde 5 asit yağ 4.5 YTL' den satılırken, şimdi 3 ile 3.5 YTL teklif ediliyor. Tariş Zeytinyağı Birliği 2.5 YTL ön ödeme fiyatı açıkladı. Daha sonra fiyatını kesinleştirecek. Marmara Zeytin Tarım ve Satış Kooperatifleri Birliği zeytin alım fiyatını kilogram başına 1.15 ile 4 YTL arasında açıkladı. Ödemelerin yüzde 60′ını peşin yapan Marmarabirlik, geri kalan ödemeleri Temmuz 2009′a kadar yapacak.İç piyasada ciddi sıkıntı yaşanırken ihracatçıların Dahilde İşleme Rejimi kapsamında ithalat talebinde bulunması üreticileri ciddi olarak endişelendiriyor ve fiyat üzerinde ciddi baskı oluşturuyor.
Fındıkta iflaslar kapıda
Yüksek oranda finansman ihtiyacı nedeniyle bankaların en fazla kredi kullandırdıkları ürünlerden biri olan fındıkta fiyatın geçen yıla göre düşük olmasına rağmen özellikle dövizle borçlanan ihracatçı firmalar zorlanıyor. Bazı bankaların kredileri geri çağırması fındık ihraç eden firmaları iflas noktasına getirdi. Fındık ihracatın miktar olarak büyük bir düşüş olmamasına rağmen değer olarak Kasım'da yüzde 43 oranında düşmesi sektördeki sıkıntının boyutlarını gösteriyor. Üretici ile tüccar arasında fındık alıp satan bir çok manav kapanırken, fındık ihraç eden firmalar ve entegre tesis sahiplerini de sıkıntılı bir dönem bekliyor.
Trakya'da küçük üretici üretimden çekiliyor
Ayçiçeği, buğday, çeltik ağırlıklı bir üretim desenine sahip olan Trakya Bölgesi'nde küçük üreticiler üretimden koparken 1950′lerdeki büyük çiftlik modeline dönüş yaşanıyor. Bölge tarımını yakından izleyen Garanti Bankası Avrupa 3.Bölge Krediler Müdürlüğü Yönetmeni Halil Yavuz, 100 dekarın altında, bazı bölgelerde 150 dekarın altındaki araziye sahip çiftçilerin üretimi sürdürmekte zorlandığını ve tarlalarını satmaya başladığını söyledi. Ekonomik krizin de etkisi ile Trakya'da 1950′lerdeki büyük çiftlik modeline bir dönüş olacağını belirten Yavuz: " Küçük çiftçi ürününü satarken brüt gelirine bakıyor. Bunun sürdürülebilir bir yanı yok. Girdileri borçlanarak alan ve daha sonra ödemekte zorlanan, ürününü ise brüt gelirine bakarak satan çiftçinin üretimi sürdürmesi çok zor. Kaldı ki son dönemde bu şekilde hesap bilmeden üretim yapanların giderek üretimden koptuğunu ve elindeki araziyi çıkarmak zorunda kaldığını bu arazileri toplayan büyük çiftliklerin oluşmaya başladığını görüyoruz." diye konuştu.
Trakya'da buğday, ayçiçeği ve kanolada hasat başlarken yüksek fiyattan alım yapanların düşen fiyatlar karşısında çok büyük zarara uğradığını vurgulayan Yavuz, bu nedenle iflasların yaşanabileceğini söyledi. Büyük umutlar bağlanan ve çok sayıda üreticinin ekim yaptığı kanola da hasat başlarken kilogramı 1 YTL' den satılırken bu günlerde 65 kuruşa düştüğünü hatırlatan Yavuz, özelli,kle yüksek fiyattan alan ve stok yapan firmaların zor duruma düştüğünü söyledi. Yavuz, benzer bir durumun ayçiçeğinde de yaşandığını sözlerine ekledi.
Çiğ süt fiyatı ilk kez sonbaharda düştü
Son yıllarda ilk kez sonbaharda çiğ süt fiyatında düşüş oldu. Geçmiş yıllarda genellikle süt üretiminin yoğun olduğu ilkbaharda fiyat düşer, üretimin azaldığı sonbaharda ise fiyat yükselirdi. Bu yıl ilk kez kasım,aralık aylarında çiğ süt alım fiyatı yüzde 10 oranında düştü. Çiğ sütün litre fiyatı ortalama 62.5 yeni kuruştan 56.5 yeni kuruşa geriledi. Yem başta olmak üzere girdi fiyatlarındaki artış nedeniyle para kazanamadığı için süt ineklerini kesime gönderen üreticiyi zor günler bekliyor. Sütü üreticiden alıp paketleyerek marketlere veren sanayiciler ise, ekonomik kriz nedeniyle parasını zamanında alamamanın sıkıntısını yaşıyor. Hipermarketler sanayicilerden aldığı sütün parasını 3-4 aya varan vadelerde ödüyor. Süt fiyatlarındaki bu düşüş hayvancılık yatırımlarının büyük ölçüde durmasına neden oldu.
Hükümet önlem almalı
Tarım sektöründe yaşanan sıkıntıların önümüzdeki günlerde de devam edeceğini bu nedenle hükümetin açıklayacağı önlem paketinde mutlaka tarıma da yer vermesi gerektiğini savunan sektör temsilcileri, öncelikle çiftçilere ödenmesi gereken 2007 desteklerinin ve 2008′den hak edilmiş alacakların hemen ödenmesini istiyor. Çiftçi borçlarının yeniden yapılandırılmasını ve bunun sadece Ziraat bankası ile değil diğer bankalarda da uygulanmasını isteyen sektör temsilcileri ihracat desteklerinin de artırılmasını istiyor.
Krizden en çok etkilenen ürünler
Fındık: İhracat miktarında ciddi bir düşüş olmamasına rağmen fiyat düşüşü nedeniyle ihracat geliri Kasım'da geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 43 geriledi. Bankaların kredileri geri çağırması ve dövizle borçlanan ihracatçı firmalar zor durumda
Pamuk: Türkiye'deki 371 iplik fabrikasından 201′inin kapanması pamuk piyasasının durmasına neden oldu. Lif pamuk fiyatı 2.20 YTL' den, 1.75 YTL' ye düşmesine rağmen alıcı yok
Zeytinyağı: En büyük üretici İspanya'da fiyatların gerilemesi, Türkiye'yi de olumsuz etkiledi. Hasat öncesi litresi 4.5 YTL olan 5 asit ham zeytinyağı fiyatı 3 YTL' ye düştü
Kanola: Hasat döneminde kilosu 1 YTL' den satılan kanola 65 yeni kuruşa geriledi. Yüksek fiyattan ürün alanlar zor duruma düştü
Çiğ süt: Bu yıl ilk kez kasım,aralık aylarında çiğ süt alım fiyatı yüzde 10 oranında düştü. Çiğ sütün litre fiyatı ortalama 62.5 yeni kuruştan 56.5 yeni kuruşa geriledi. Bazı bölgelerde 5 yeni kuruşluk daha gerilemesi. Hipermarketler sanayicilerden aldığı sütün parasını 3-4 aya varan vadelerde ödüyor.
Hayvancılık: Süt fiyatlarındaki düşüş ve desteklerin zamanında ödenmemesi nedeniyle hayvancılık yatırımları durma noktasına geldi. Yem fiyatlarındaki artış nedeniyle çok sayıda besi işletmesi kapandı
Subscribe to:
Posts (Atom)