Thursday, October 11, 2007

ZEYTİN AĞACI


Mecit ÜNAL
Kuzey Ege Gazetesi
11 Ekim 2007,Perşembe


Türkiye kimin? Günlerden beri sorup durduğum soru bu? Çokuluslu şirketlerin mi, onlara 80 yıl sonra yeni kapitülasyonlar verenlerin mi? Kimin, bizim mi, onların mı?

Oturduğum yerden tam göremiyorum ama, yavaşça yerinden kalktığını, salona kurulu masaların arasından yine yavaşça geçerek çalak adımlarla mikrofonun bulunduğu yere doğru yürüdüğünü duyumsuyorum. İmgelemimde oluşturduğum hiçbir resim yok.

Hayır var! 80 yaşında olduğu söylendiğine göre, buna uygun ortalama bir izdüşüm oluşmuş olmalı. Yüzümü yürüdüğü yana çeviriyorum ve hayır yanılmamışım. İşte o! Yalnız ben biraz daha... Olsun yine de yaşından ve kilosundan umulmayacak bir çeviklik ve çalaklık ki, bu ancak ve yalnızca bir zeytin ağacında bulunabilir... Zeytin ağacı, en yaşlıyken bile en gençtir. Zeytin ağacı yetmişinde bile sürgün verebilir. Zeytin ağacı her mevsim yemyeşil kalan dallarıyla ölüme meydan okur. Pabuçcuoğlu, dalları yemyeşil bir zeytin ağacı gibi yavaş, çevik ve çalak adımlarla ölüme meydan okuyarak yürüyor.

Sesinde Yemyeşil Zeytin Çiçekleri
Ama ne biliyor musunuz, sesi de öyle... Ölüme meydan okuyor: "Ben bir zeytin ağacıyım," diyor, "işte buradayım!" Çok şey görmüş, hayat ve insanlar hakkında derin deneyimler edinmiş, bir şeye inanmış ve yanılmış, hayal kırıklığı yaşamış, belki yeniden inanmış ve yeniden... yine de heyecanlı ve ışıl ışıl. Sesinde taptaze, yemyeşil zeytin çiçekleri var...

Adını duyalı, kendisini gıyabında tanıyalı henüz birkaç zaman olmamışken yıllardır tanıyorum diyebilirim. Böyle şeyleri yaşamımız boyunca çok az sayıda insan için söyleyebiliriz. Melih Pabuçcuoğlu benim için işte onlardan biri. Onu bu ölçüde tanıyor olduğumu söylememe 1939 tarihli 3573 Sayılı Zeytin Kanunu'na eklettiği 9-10 milyon zeytin ağacını kurtaran (Değişik: 28/2/1995 - 4086/5 md.) 20. madde tek başına yeter ve işte şimdi o, bir elinde titreyen mikrofonu öbür eliyle besleyerek bunu anlatıyor.


"Cesedimi Çiğner Öyle Çıkarırsınız"
Maden Yasası'nda değişiklik öngören yasa tasarısı Tansu Çiller'in Başbakan'ı olduğu DYP-SHP Hükümeti döneminde de meclis gündemine gelir. Bergama-Ovacık madeni ile Türkiye'nin gündemine giren altın madeni işletmeciliği, Balıkesir'in Havran ilçesine bağlı Küçükdere köyüne de sıçramış, ilk başlarda, bunun memleketin yararı için fevkalade önemli olduğunu düşünen Pabuçcuoğlu da, Havran'da düzenlenen konuyla ilgili toplantıya adeta koşarak gitmiştir. Toplantıda, iki yıl Yeni Gine'de çalıştığını söyleyen 9 Eylül Üniversitesi Jeoloji Bölümünde görevli bir öğretim üyesinin verdiği bilgileri kuşkulu bulan Pabuçcuoğlu konuyu bir de kendisi araştırır ki, işin ucu gelip gelip zeytine dayanmaktadır. Meclis'te milletvekilleri, hükümette bakanlıklar arasında adeta mekik dokur. Dönemin Enerji Bakanı Ersin Faralyalı'dan madene ruhsat vermemesini ister. Faralyalı, işletme ruhsatı vermediğini, ilerde de verilmeyeceğini söyler. Oysa ruhsat çoktan verilmiştir.


Adeta Gözden Kaçırarak
Pabuçcuoğlu bunu öğrendiğinde, madende Özer Çiller'in de iştiraki olduğunu da çoktan öğrenmiştir. Yöredeki 9-10 milyon zeytin ağacı tehlikededir. Çok geçmeden de Maden Yasası'ndaki değişiklik tasarıları gündeme gelir. Başbakan Çiller'den yasaya engel olmasını ister. Başbakan kesin bir dille "bu yasa çıkacak" der. Pabuçcuoğlu o anda, verebileceği tek cevabı verecek, Çiller'e "benim cesedimi çiğner öyle çıkarırsınız" diyecektir.
"İşte bu nedenle" diyor Pabuçcuoğlu, "1939'da çıkarılan Zeytin Yasası'nın beşinci maddesine zeytinlikleri koruyan değişik 20. maddeyi kimseye belli etmeden, adeta gözden kaçırarak koydurduk."


Pabuçcuoğlu, Maden Yasası'nın bir müstemleke yasası olduğunu, siyanürü kendi bedeninde hissederek görüyor: "Hangi ülkede altın çıkarılmışsa o ülke fakirleşmiştir. Toprağın üstündeki toprağın altındakinden daha değerli. Yüreğim yanıyor, şimdi utanmasam ağlayacağım."
Ağlayabiliriz. Ama ağlamayacağız. Pabuçcuoğlu'da ağlamıyor; bir elinde titreyen mikrofonu öbür eliyle besleyerek dimdik duruyor. "Sizinle sonuna kadar varım!"

Bizim De Cevabımız Var
Şimdi soruya tekrar dönebiliriz. Türkiye kimin?
Türkiye'nin yer üstündeki zenginliklerini; Kazdağı'nı, Çoruh Vadisi'ni, kırk gözünden kırk kırk ayrı su çağlayan Munzur Dağı'nı, Kozak Yaylası'nı, Kargöl Dağları'nı, Türkiye'nin tarihini, mitolojisini, Sutüven'in "köpük kanatlı suyu"nu, Ali Ekber Çiçek'in mezarını, yer altındaki 250-300 ton tutarındaki altına feda eden müstemleke yasasını çıkaranların bu soruya verdikleri cevap hiç kuşkusuz bellidir. Maden Yasası'yla, jet hızıyla geçirdikleri diğer pek çok yasayla vermişler, hazırladıkları "sivil anayasa"yla daha da vereceklerdir. Kuşkusuz onların Türkiye'den başka gidecek yerleri de vardır.


Ama bizim de cevabımız var! Türkiye bizim! Biz bu sorunun cevabını, on yıl sonra 155 bin kilometrekarenin etkilediği 450 bin kilometrekareden geriye yaklaşık 2 milyar ton siyanürlü toprak dağları kaldığında değil, şimdi, bulunduğumuz yerde bir zeytin ağacı, bir fıstık çamı, bir göknar, bir kavak gibi dimdik durarak vermek zorundayız.
Bizim Türkiye'den başka gidecek yerimiz yok!

No comments: