Monday, September 24, 2007

Ege’de sabaha karşı


Cüneyt ÜLSEVER
culsever@hurriyet.com.tr

Hürriyet İnsan Kaynakları Eki, 23 Eylül 2007 Pazar


Bir arkadaşımın uyarısı ile sabaha karşı uyandım. Denize karşı oturdum. Karşımda Midilli Adası. Edremit Körfezi’nin ortasındayım. Arkama aldığım kara parçası zeytin ağaçları ile dolu. Küçükkuyu ile Assos arasında bir yerdeyim. Denizde deli dalgalar, gelip kayaları yalıyorlar. Etraf zifiri karanlık. Karşıda Midilli’deki yerleşim bölgelerinden tek tük sarı ışıklar yansıyor.

Keza, Küçükkuyu’dan uzanan birkaç ışık huzmesi de var. Denizin üzerine ise sadece yarım ayın ışık yolu düşüyor.

Karanlıkta dalgaların sesini dinliyorum. Denizde kavga var. Sular Tanrılardan birisine bozulmuşlar. Büyük tepki veriyorlar. Anladığım kadarı ile mesele büyük. Araya girmiyorum. Ne olur, ne olmaz! Deniz habire kayaları dövüyor. Hırsını alamıyor, tahta iskeleyi de tokatlıyor. Kayalardan garip bir homurtu göğe doğru yükseliyor.Karanlıkta ben şahadetimi gizlemeye çalışıyorum.

Sonra aniden Edremit tarafındaki dağlar kızarmaya başlıyor. Önce kızıllık hafif, sonra yavaş yavaş kızıl renk büyüyor, hakimiyetini artırıyor. Sanki dağların arkasında başka bir alem var. Kızılın büyümesi ile o taraf aydınlanmaya başlıyor. Ama tanıdığıım bir aydınlık değil. Herşey gözüküyor ama bildiğim renkleri ile değil. Küçükköy tarafı giderek belirgin olmaya başlıyor. Ama sanki başka bir görüntü çıkıyor ortaya. Tanıdık, bildik değil.

Assos tarafı, Midilli Adası hala zifiri karanlık.

Sağım gece, solum gündüz.

O anda garip bir duyguya kapılıyorum.

Sağımda ve solumda iki ayrı evren var. Karanlık tarafta bildiğim tanıdığım evren. Diğeri tanımadığım, hiç bilmediğim bir evren: Paralel Evrenler!

*** *** ***

O sıra içime dolan duygu; sanki ben evrenlerin dışına çıkmışım da hem bildik, tanıdık olanı, hem de ilk kez tanıştığımı birlikte seyrediyorum.

Diğer evreni ilk kez görüyorum ama meğerse o hemen dibimizdeymiş. İki evren esasında iç içe imişler. Paralel ama dipdibe var olurlarmış.

İkisine de dışarıdan bakınca ikisi de hem çok uzak, hem çok yakın gözüküyorlar.

Kızıl olanı seyrediyorum. Sanki ardında büyük bir güç var. Devamlı renk değiştiriyor. Renk değiştikçe boyutlar da değişiyor. Bir ara küçük olan sonra büyük oluyor. Bir ara büyük olan sonradan küçülüyor. Yakın olan birden uzaklaşıyor.Uzak olan aniden yaklaşıyor.

Karanlık tarafa bakıyorum. O tanıdığım, bildiğim şekilde olduğu gibi duruyor.

*** *** ***

Birden garip bir duyguya kapılıyorum. Karanlık olan ve tanıdık gözüken "bu dünya", tanımadığım, adeta ilk defa gördüğüm "öbür dünya" olabilir mi?

Kızıl, kıpkızıl olanın içinde 5 duyu ile algılayamadığım, bana sadece bir an için gözüken bir gerçeklik olabilir mi?

Öbür dünya ile bu dünya iç içe mi?

Esasında öbür dünya yok da, öbür dünya bu dünyanın içinde mi?

İkisi iç içe de biz sadece 5 duyumuzun izin verdiği kadarını mı görüyor, hissediyor, fark ediyoruz?

Bizim duymadığımız bazı sesleri köpekler nasıl duyar? O sesler nerede?

Neden kediler insanların suratına bakmaz da sanki suratları etrafında bir hare varmış da ona bakıyorlarmış gibi bakarlar?

*** *** ***

Kızıl büyüdükçe kırmızılaştı, karanlığı giderek teslim aldı. Karanlık da aydınlık olmaya başladı. Ama o kızıllaşmadı, doğrudan aydınlık oldu.

Kızıl büyüyünce bildik, tanıdık bir aydınlık oldu ve karanlığı teslim aldı. Esasında tanımadığım büyüdü ve tanıdığımı teslim aldı. Gariptir, tanımadığım tanıdığımı değiştirerek tanıdığım oldu. İkisi birleşince tek evren oldular ve ben iki evreni birden seyrettiğim yerden çıktım, tanıdık ve bildik tek evrene geri döndüm. Acaba tanımadığımız, tanımadığımız için ürktüğümüz, gidip de geri dönen olmadığı için hakkında somut bilgi alamadığımız "öbür taraf" esasında "bu taraf" ile iç içe mi?

Oraya gidenler aramızda dolaşır ve bizi seyrederken biz onları görmüyor, hissetmiyor, fark etmiyor olabilir miyiz?

*** *** ***

Gün doğup her şey normale dönüşünce seyrin tadı kalmadı.

Gittim, tekrar yattım!

No comments: