Sunday, April 13, 2008

Zeytincilik mi madencilik mi? İşin hukuksal boyutu


Evren Güldoğan
Tarım Merkezi
13 Nisan 2008,Pazar


Siyaset paradoksal bir süreç. Amacı devletin vergi toplama, düzenleme yapma, harcama ve zor kullanma yetkilerinin kontrol edilmesi. Varlık nedeni ise bu yetkilerin yarattığı menfaat çatışmaları. Hal böyle olunca toplumbilimin kurucularından Max Weber’in dikkat çektiği profesyonel politikacılara gün doğuyor. Bazı sorunlar bir türlü çözüm bulmak bilmiyor!

Amerika Birleşik Devletleri’nde okullarda yaratılış “kuramı” anlatılsın mı tartışması bitmez mesela. Belçika’da Valonlarla Flemenkler hükümetin koltukları konusunda bir türlü anlaşamaz. İsrail’de Filistin topraklarının geleceği, Fransa’da serbest piyasa ekonomisinin nimetleri, Polonya’da kürtajın serbest bırakılması manşetlerden düşse de her daim çatışma konusudur.

Türkiye de bu alanda hiç fena sayılmaz doğrusu. Yıllardır gündemimizde olan, buna karşılık çözüm bulamadığımız, üzerinde anlaşamadığımız sorunumuz bol. Bunlardan bir tanesi de madencilik, daha doğrusu madenciliğin çevreye olan etkisi.

Yapısal, dolayısıyla eskiden beri varolan bir sorun olmasına karşın Türkiye çevre mi maden mi tartışmalarıyla 1990’lı yıllarda tanıştı. Batılı ülkelerde 1960’lı yıllarda ortaya çıkan çevresel aydınlanma ülkemize 1980’li yıllarda biraz geç, ama Çernobil faciasının etkisiyle tam gelmişti. Erozyon konusunda büyük bir bilinçlenme ortaya çıkmış, özellikle TEMA Vakfı sayesinde fidan dikimleri büyük ölçüde artmıştı. Buna karşılık siyasetçiler ve kamu kuruluşları konuya yeteri kadar önem vermiyordu.

İşte bu ortamda Bergama köylülerinin yörelerinde siyanürle altın madenciliği yapılmasına karşı verdiği mücadele tüm Türkiye’ye mal oldu. Bergamalıların 15 yıl süren hukuk savaşı çevreciliğin ruhuna uygun renkli bir eylemcilik sayesinde zihinlere kazındı. Çabaları karşılıksız da kalmadı: Hükümetlerin idari yargı kararlarını uygulamamakta direnmesi sayesinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nden ciddi tazminatlar kazandılar! Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nun Şubat ayında altın madeninin siyanür kullanılarak işletilmesine olanak tanıyan Bakanlar Kurulu Kararını iptal etmesinin ardından ne olacağı ise merak konusu.

Benzer bir mücadele son yıllarda zeytincilik sektörümüz tarafından veriliyor. Madencilerle zeytincilerin anlaşmazlığının çıkış noktası 4086 sayılı Kanun ile değişik 3573 sayılı Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerinin Aşılattırılması Hakkında Kanun. Ülkemizdeki zeytinliklerin korunması ve geliştirilmesini amaçlayan bu Kanun’un 20’nci maddesi şu şekilde:

“Zeytinlik sahaları içinde ve bu sahalara en az 3 kilometre mesafede zeytinyağı fabrikası hariç zeytinliklerin vegatatif ve generatif gelişmesine mani olacak kimyevi atık bırakan, toz ve duman çıkaran tesis yapılamaz ve işletilemez. Bu alanlarda yapılacak zeytinyağı fabrikaları ile küçük ölçekli tarımsal sanayi işletmeleri yapımı ve işletilmesi Tarım ve Köyişleri Bakanlığının iznine bağlıdır.

Zeytincilik sahaları daraltılamaz. Ancak, belediye sınırları içinde bulunan zeytinlik sahalarının imar hudutları kapsamı içine alınması halinde altyapı ve sosyal tesisler dahil toplam yapılaşma, zeytinlik alanının % 10'unu geçemez. Bu sahalardaki zeytin ağaçlarının sökülmesi Tarım ve Köyişleri Bakanlığının fenni gerekçeye dayalı iznine tabidir. Bu iznin verilmesinde, Tarım ve Köyişleri Bakanlığına bağlı araştırma enstitülerinin ve mahallinde varsa ziraat odasının uygun görüşü alınır. Bu halde dahi kesin zaruret görülmeyen zeytin ağacı kesilemez ve sökülemez. İzinsiz kesenler veya sökenlerden ağaç başına ikimilyon liradan beşmilyon liraya kadar hafif para cezası alınır. Kesilen ve sökülen ağaçlar müsadere edilir.

Bu Kanunun yayımından önce zeytinlik alanlarına ilişkin kesinleşmiş imar planları geçerlidir.”

Görüldüğü üzere kimileyin kutsal nitelik atfedilen zeytin ağacına dokunmak öyle kolay değil. Nitekim zeytincilik camiası, bazı zeytinlik sahiplerinin yasanın lafzına ya da ruhuna aykırı davranışlarını önlemek mümkün olmasa da bu hükümlere büyük değer veriyor. Sonuç olarak zeytincilerle madenciler arasında 3573 sayılı Kanun hattında son yıllarda iki büyük çatışma yaşandı, ilki TBMM’de, ikincisi Kaz Dağları’nda.

TBMM’de 2003 yılında 3213 sayılı Maden Kanunu’nun değiştirilmesi çalışmaları çerçevesinde Sanayi, Ticaret ve Tabi Kaynaklar Komisyonu’nda yapılan görüşmeler sonucunda 3573 sayılı Kanun’un yukarıda yer verilen maddesinin değiştirilmesi gündeme geldi. Buna göre zeytinlik sahası dahilinde taş, kum, çakıl ve kireç ocağı faaliyetleri yürütülemeyecek, bunlarında dışındaki faaliyetler Bakanlık’ın izni ile yapılabilecekti. Ayrıca bu çalışmalar çerçevesinde gerekli olduğunda bedeli ödenmek süretiyle zeytin ağaçları kesilebilecekti. Buna karşılık çıkartılan madenin satış bedelinin binde ikisi ise Tarım ve Köyişleri Bakanlığı bütçesinde açılacak olan bir Zeytincilik Özel Hesabı’na aktarılacaktı.

Zeytincilik camiasının bu tasarıya tepkisi güçlü oldu. İlgili tüm sivil kuruluşlar konuyu sahiplendi. Bölge milletvekillerinin desteği sağlandı. Böylelikle önerilen değişikliğin TBMM’den geçmesi mümkün olmadı. Yasama süreci sonucunda 2004 yılında kabul edilen 5177 sayılı Kanun, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’ndan Milli Parklar Kanunu’na dek birçok önemli düzenlemeye değişiklikler getirirken Zeytinciliğin Islahı Kanunu’na dokunamadı. Kamuoyu söz konusu Kanun’un değiştirilmesinin neden arzu edildiğini ancak Kaz Dağları’nda altın madeni işletilmesine izin verildiğinin ortaya çıkması üzerine anlayacaktı.

Çanakkale ve Balıkesir illerinin sınırları dahilinde yer alan Kaz Dağları’nın iki özelliği var. Birincisi doğal değeri, ülkemizin en güzel köşelerinden biri olması. Nitekim bölgenin bir kısmı 93/4243 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile Milli Park ilan edilmiş. Biyolojik çeşitlilik açısından önemi ise Ege Ormancılık Araştırma Enstitüsü’nün sürdürdüğü Gen Koruma ve Yönetim Alanları çalışmasıyla ortaya konulmuş. İkincisi ise Türkiye’de zeytinciliğin en yoğun olarak yapıldığı, son derece kaliteli zeytinyağlarının elde edildiği bir bölge olması. Yani zeytincilik açısından değeri. Eko, agro ve kırsal turizm potansiyeli de cabası.

Kaz Dağları’nda altın madeni işletmeciliği yapılmasına karşı birçok sivil toplum örgütünü ve bölgenin 34 belediyesini bir araya getiren muhalefet cephesi kamuoyunun desteğini almakta gecikmedi. Bu süreçte medyada öncelikle bölgenin doğal değeri üzerinde duruldu. Oysa Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı’nın bir açıklamasını doğru kabul edecek olursak madencilik çalışmaları yapılan alan Kaz Dağları Milli Parkı’na 15 kilometre uzaklıkta yer alıyor(www.migem.gov.tr/links/duyurular/genel/sonucbildirgesi.htm). Kaldı ki milli parklarda madencilik çalışmalarının yürütülmesi Bakanlar Kurulu kararına tabi olarak mümkün.

Derken çevre konusunda habercilik ve yazarlık yapan Özgür Gürbüz’ün deyimiyle “Madencilere karşı Zeytin Yasası kartı” (ozgurgurbuz.blogspot.com/2007/10/madencilere-kar-zeytin-yasas-kart.html) sürüldü masaya. Zira 3573 sayılı Kanun’un yukarıda yer alan ve TBMM’de değiştirilmesine uğraş verilen 20’nci maddesinin birinci fıkrası çevre mevzuatının aksine madencilik faaliyetlerinin önüne kesin bir set çekiyordu.

Nitekim Ersin Turgutluoğlu ve arkadaşlarının Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı aleyhine açtığı davada Bursa 3. İdare Mahkemesi’nin madencilik ruhsatının mevzuata uygun olarak verildiği yönündeki kararı Danıştay 8. Dairesi tarafından bu maddeye atıfla bozuldu. Kararda aşağıdaki ifade yer aldı (www.tarimmerkezi.com/haber_detay.php?hid=15058):

“Altın madeni çıkarmak üzere ruhsat alınan arazinin kuzey, doğu, güney ve güneybatı yönlerinde, arazinin sınırından itibaren 500 metre yarıçap dahilindeki parsellerde çok sayıda, düzenli ve bakımı yapılmış, tam verime yatmış, genelde ‘Ayvalık yağlık zeytin' çeşidine sahip, kapama zeytin bahçelerinin bulunduğu, inceleme konusu arazide yapılacak işlemler sırasında toprağın nemine, bu işlemler sırasında esecek rüzgarın hızına ve yönüne, mevsime ve işleme şekline bağlı olarak değişik yoğunlukta tozuma meydana geleceği, çıkan tozların çevredeki bitki örtüsüne, orman ağaçlarına ve bu aradaki yakındaki zeytinliklere değişik zamanlarda farklı şekil ve oranlarda zarar vereceği, zeytinin herdem yeşil bir meyve ağacı olup, bu gibi tesislerin toz emisyonlarına bağlı olarak bütün yıl boyunca, bilhassa toprağın neminin az olduğu yağışsız mevsimlerde zeytin ağaçlarının zarar görmesinin olası olduğu, yaprakların üzerine yapışan tozların yaprağın fotosentez ve solunum gibi asal fizyolojik aktivitelerine ket vurarak sürgün gelişmesine ve çiçek tomurcuğu oluşumunu olumsuz yönde etkileyeceği, toz duman çıkaran işletmelerin zeytinliklere 3 km'den daha yakın mesafelerde kurulmasının 4086 sayılı yasa ile yasaklandığı, tespite konu maden alanının zeytinliklere 3 km'den daha yakın olduğu gerçeğinden hareket edildiğinde, anılan yasanın ruhuna uygun olmadığı sonucuna varıldığı, sonuç olarak; açık altın madeni sahası etrafında çok sayıda zeytinlik bulunduğunun tespit edildiği, işletmenin faaliyete geçmesi durumunda meydana gelebilecek tozumanın bu sınırlar içindeki zeytin ağaçlarının vejetatif ve genetatif gelişmelerine olumsuz etki yapacağı kanaatine varıldı.”

Kararda İdare Mahkemesi’nin madencilik yapılan alanın milli park sınırları dahiline girip girmediğini tespit etmemesini de yerinde görülmüyor. Ancak dediğimiz üzere Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı’nın bu konudaki açıklaması gerçeği yansıtmasa bile bu durum en nihayetinde idarenin madenciliğe izin vermesine engel teşkil etmiyor. Oysa zeytincilik söz konusu oldu mu tek kanuni yol kanun değişikliğinden geçiyor.

İşin hukuksal boyutu böyle. Ancak bir de ekonomik boyutu var. Üstelik hukuksal değerlendirme bir fıkraya sıkışmışken ekonomik değerlendirme ufuk açıcı nitelikte. Dolayısıyla ayrı bir yazıda ele alınmayı hak ediyor.

No comments: